18 Haziran 2020 Perşembe

FAHRENHEİT 451: DİSTOPYA’DAN ÜTOPYA’YA




Her insan kendi düşünceleri içinde daha doğrusu kendi iç dünyasında düşler kurar. Kimi zaman düş’er düşlediği düşten… Kimi zaman gökyüzüne kanatlanır ve kanatlarını bulutlar üstünde çırpar. Ray Bradbury’in kaleme aldığı Fahrenheit 451 eseriyle büyük bir düşe gireceğiz. Düşlediğimiz düşlere düşmemek için eserin karakteri olan Montag’ın elinden tutacağız…

Ütopya ve Distopya Üzerine

Çevremizde ya da okuduğumuz kitaplarda sürekli denk geldiğimiz iki kavram vardır.  Bunlardan biri ütopya, diğeri ise distopya ya da farklı deyişlerle anti-ütopya, kaka-ütopyadır. Sözünü ettiğimiz ‘ütopya’ kavramının anlamı aslında olmayan, tasarlanmış ideal toplumdur. Ütopyalar, gerçekleşmesi imkânsız toplum tasarımı olarak yer ederler. ‘Distopya’ kavramı ise, ütopya kavramının tam tersi niteliktedir. Distopya, çoğunlukla ütopik bir toplum anlayışının anti-tezini tanımlamak için kullanılır. Distopik bir toplum otoriter-totoliter bir devlet modeli ya da benzer olan farklı bir baskıcı sistem altında ifade edilir.

Ütopyanın kendi içinde yer alan belli başlı çeşitleri veya türleri de mevcuttur. İstenen ütopyalar, istenmeyen ütopyalar (distopyalar), ekonomik ütopyalar, politik ve tarihi ütopyalar, dini ütopyalar, bilimsel ve teknolojik ütopyalar vb. Bu ütopyalar arasında karşımıza en çok istenen ve istenmeyen ütopyalar çıkmaktadır. Dolayısıyla belli başlı eserlerden hareketle istenen ütopyalardan söz ettiğimizde karşımıza şu eserler bir tespih çiçeğinin dizilişi gibi aklımıza dizilir:  Platon’un Devlet diyaloğu, bu eserin hemen yanında Thomas More’un Ütopya eseri, Francis Bacon’un Yeni Atlantis’i ve Campanella’nın Güneş Ülkesi gibi ütopik eserler istenen ütopyaların başındandır. Bir diğer yandan istenmeyen ütopyalara baktığımızda, Aldous Leonard Huxley’in Cesur Yeni Dünya eseri, bu yeni dünyada teknoloji çok gelişmiştir. İnsan suni olarak üremekte ve evlilik söz konusu değildir. Bu distopya, bizlere doğal yaşamdan kopmayı anlatan ve geleceğe karşı korkuyu vurgulayan bir distopyadır. George Orwell’in, Bin Dokuz Yüz Seksen Dört eseri ise zorbalığın ve zorluğun hüküm sürdüğü bir dünyayı betimler bizlere. Eserin içindeki karakterlerin çoğu casustur ve insanlara güven yoktur. Gelecek için duyulan kaygı ve korkuyu Orwell, bu eserinde ifade etmiştir… İstenen ve istenmeyen ütopyalara bir saka kuşunun göklerde süzülüp, onun yeryüzüne bakışıyla baktık tüm bu eserlere… Şimdi ise göklerden aşağıya doğru inip bir esere konmalı ve kanatlarımızı dinlendirmeliyiz.



Fahrenheit 451 ve Dönüşüm

Özetle söylemek gerekirse Ray Bradbury’in, Fahrenheit 451 adlı eseri distopya ile başlayıp ütopya ile son bulmaktadır. ‘Fahrenheit’ kavramı ‘derece’ anlamına gelmektedir. Dolayısıyla 451 derece kitap kâğıdının yanma derecesi olarak ifade edilir. Eserde müthiş bir bilim-kurgu ön plana çıkmaktadır. Eserin distopya olarak başladığını görmek zor değildir. Çünkü bu esere işlenmiş ülkede, kitap okumak yasaktır ve itfaiyecilerin görevi yangın söndürmek değil yangın çıkartmaktır. Yangınları, kitapları yakarak yaparlar. Eserdeki başkarakterimiz Montag bir itfaiyecidir ve devletin sözünden çıkmaz. Kitapları okumaktan ‘uzak’ fakat kitapları yakmaya ‘yakın’ olan kişidir.

Peki, bu eserin ütopyaya dönüşümü nasıl gerçekleşir? Bu sorunun cevabını metinden hareketle vermek yerinde olacaktır. Kitabı “okumak için okuyanlar” bu sorunun cevabını asla bulamayıp, oldukları yerde sayacaktır. Başkarakter Montag, itfaiye merkezine giderken metroyu kullanır. Bu metroda yeni taşınan öğretmen komşusu Clarisse McClellan ile karşılaşır. Bu karşılaşma, bir gün yerini diyaloğa bırakır ve distopyadan ütopyaya dönüşüm bu noktada gerçekleşir. Öğretmen, Montag’a şunu sorar: “Yaktığın kitapları okuduğun oluyor mu?”[1] Montag, bu soruya gülerek, yaktığı kitapları okumanın devlet tarafından yasak ve kanuna aykırı olduğunu belirtir. Montag, bununla da kalmayıp şöyle devam eder: “Pazartesileri Millay, çarşambaları Whitman, cumaları da Faulkner kitaplarını yakıp kül ederiz, sonra da külleri yakarız…”[2]

Öğretmenin, itfaiyeci Montag’a yaktığı kitapları okuyup okumadığını sorması Montag’in aklında düşünce oluşturur. Çok sonra Montag ve itfaiye ekibinin aldığı ihbardan hareketle yaşlı bir kadının evinde çok kitap olduğu ve bu kitapları okuduğunu fark ederler. Eve gittiklerinde bir oda baştanbaşa kütüphane ve yaşlı kadında oracıkta durmaktadır. Yaşlı kadın, itfaiyecilerin kitaplarını dağıtıp yakacaklarını görür ve kitapların arasında bekler. İtfaiyeciler kitapları yakmak istediklerinden dolayı kadını dışarı çıkartmak ister. Fakat kadın buna göz yummayıp kendini de kitaplarla birlikte yakar. Kitaplar uğruna kendini yakan bir insan varsa o kitaplarda büyük şeyler vardır… Bu olaya şahit olan Montag bundan sonra kitap okumaya başlar ve distopya da yerini ütopyaya bırakır.

Öğretmen, Montag’a uzaklarda bir yerde insan kütüphanelerin olduğundan söz eder. Öğretmen oraya kaçar ve Montag’a da kimseye yakalanmadan kaçıp oraya gelmesini söyler. Montag ve arkadaşları çok sonra bir ihbar daha alırlar. Bu sefer ki adres ona çok tanıdıktır. Geldikleri ev Montag’ın kendi evidir ve ihbar eden kişi ise eşidir. Baş itfaiyeci Montag’tan kitapları sakladığı yerden çıkarmasını ister ve çıkarır. Montag, o noktadan bir anda öğretmenin dediği insan kütüphanelerinin olduğu yere kaçar. Montag karda yürümüş ve izini belli etmemiştir. Geldiği noktada onu bir kimse karşılar. Diğer arkadaşları ile tanıştırır. Tanıştığı kişiler arasında ikiz kardeşler vardır. Biri Hugo’nun Sefiller romanının I. cildi, diğeri II. cildidir.

Bulundukları yerde kitaplar yakılmıyor. Dört mevsimin dördü de bu yerde zamanında yaşanıyor. İlkbaharın güzelliği açan çiçeklerle, kışın güzelliği beyaz gelinlik giyen doğa ile geliyor. Her insan bir kitap olarak yer ediyor. Zihinlerinde kendilerine benimsedikleri kitabı tekrar ediyorlar ve yaşamlarını sürdürüyorlar.

Sonuç olarak baktığımızda, ütopyadan distopyaya kanat çırpmış bulunduk ve Montag’in elinden tutup yangın içinde yürüdük. Her insan bir kitaptır aslında bunu görmüyoruz ya da göz ardı ediyoruz. Kitap gibi insanlar hayatımızdan sayfa sayfa geçiyorlar… Biz bu sayfaları okumak yerine sayfaları koparıyoruz.

Devrik cümleler devriliyor üzerimize kaldıramıyoruz. Devrilen cümlelerin altında nefes almaya çalışıyoruz…



KAYNAKÇA

·         Ray Bradbury, Fahrenheit 451
·         Ray Bradbury, Yakma Zevki


[1] Ray Bradbury, Fahrenheit 451, Çev. Dost Körpe, İthaki Yayınları, İstanbul, 2018, s.27
[2] Ray Bradbury, Fahrenheit 451, Çev. Dost Körpe, İthaki Yayınları, İstanbul, 2018, s.28

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

WITTGENSTEIN FELSEFESİNDE DİL VE DÜNYA İLİŞKİSİ

  "Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarını imler." Wittgenstein Ludwig Wittgenstein’ın, dil felsefesi bağlamındaki görüşlerine biz...