31 Mayıs 2020 Pazar

ANTİK YUNAN’DA RUH GÖÇÜ: REENKARNASYON





İnsan üzerine yapılan tartışmalar günümüze kadar süren ve aynı zamanda felsefenin temel problemlerindendir. Fizyolojik ya da biyolojik açıdan bakınca insanda var olduğu söylenen ruhsal taraf hem dinlerin hem de felsefenin dikkatini çekmiştir. İnsanın bir bedene sahip olduğu kehribarın içinde barındırdığı renk kadar açıktır. Bu noktada ruh ve beden üzerine sorulan sorular, tespih taşları gibi yan yana dizilip akıllarda belirir: Peki, ruh gerçekten var mıdır ya da insanda gerçekten bedenden farklı ayrı bir töz var mıdır? Bu ve benzeri soruların aklımızda dizilişi sınırsız olarak yer alır.

Bu makalemde Antik Yunan felsefesinden hareketle ruhu, ruh göçünü ya da reenkarnasyonu kaleme aldım... Makalemi kaleme alırken, oldukça basit bir şekilde ifade edecek olursam ruhun bedenden ayrılması olarak ifade edilen ölüm sonrası ruhun durumunu Antik Yunan filozoflarından hareketle açıklamayı amaçladım. Reenkarnasyon üzerine düşünceler evrende bulunan yıldızlar gibi sonsuz niteliktedir. Koyulu açıklı Antik Yunan kıyılarında yaşayan kimi büyük filozoflar ruh göçüne ya da tekrar yeniden doğuşa inanırken kimi büyük filozoflarsa bu görüşü reddetmektedir. İslam felsefesinde reenkarnasyona da karşı çıkan düşünürler olmuştur. Reenkarnasyon kavramı yerini “tenasüh” kavramına bıraksa da aslında ikisi aynı anlama gelmektedir. Kelimelerimi Antik Yunan sınırları içerisinde sayfalara döküp Antik Yunan dünyasına doğru ruh göçü yapmaya başlamak ve ruhun ne olduğunu kavramak yerinde olacaktır.

Antik Yunan Felsefesinde “Ruh” ve “Yeniden Doğuş”

Reenkarnasyon din felsefesini de içine alan köklü bir çiçektir. Bazı felsefi görüşler ya da felsefi nitelikler vardır ve bunlara göre ölümden sonra yaşam yoktur. Oysa bu düşünceler diyalektikten veya dolayımdan uzaktırlar. Ölüm söz konusu ise yaşam da vardır. Ölümden bağımsız yaşam düşünülemez. Bunu düşünmemeyi düşünmek için diyalektikten uzak olmak gerekir… Yaşam tamamen bu dünyadan ibarettir. Yani tıpkı kahverengi bir toprağın üzerinde açmış bir ıhlamur gibi doğarız, kimileri gözyaşlarıyla sular ardından büyürüz ve sonunda sonbaharda yaprak döker ya da kökten kesilip ölürüz. Reenkarnasyon din felsefesini de içine alan köklü bir çiçektir bunu da göz ardı ederiz. Bu konuya farklı pencereden bakan düşünürlerin görüşlerinde beden toprakta yok olup gidecektir ve sadece ruh varlığını devam ettirecektir.

Çağdaş düşüncelerde reenkarnasyon daha çok Uzakdoğu dinlerinin etkisiyle günümüzde sıkça tartışma haline gelmiştir. Kur’an-ı Kerim’de de ruh göçü ifade edilmeye çalışılmıştır. Peki, söz konusu olan ruh nedir? Yunan felsefesinde özellikle insan felsefesi üzerinde duran Sokrates’te bulunan bir terim vardır. Bu terim psykhe terimidir. Antik Yunan felsefesinde yer eden bu terim ruh, zihin anlamına gelir. Canlılığı, canlı olma ilkesini ve daha sonrada yaşam ilkesini göstermektedir. Psykhe özellikle Sokrates ile birlikte başlayarak bilincin, zihnin aynı zamanda ahlaki kişiliğin bulunduğu yere de karşılık gelir. Ruhun ilk anlamlarından biri; [Latince. anima, lng. soul, Fra. âme] Bir kimsenin tinsel etkinliğinin ve çok çeşitli bilinç hallerinin merkezi, o kişinin benliğini meydana getiren entelektüel yetilerinin tümüdür. Diğer anlamı ise bedeni harekete geçiren aktif ilke, pasif ve cansız olan beden üzerinde bulunan güçtür.[1] Dolayısıyla buradan hareketle baktığımızda bedene hareket veren şey ruhun kendisidir. Ruhsuz bir beden koparılan bir papatyaya eş değerdir. Ruh, bedenden çıkınca beden ölür, topraktan koparılan papatya da yapraklarıyla ölüme yas tutar…
Ruh göçüne baktığımızda ise [Osm. tenâsuh, lng. metempsychose], insan ruhunun ölümsüz olduğunu, dolayısıyla beden ölünce ruhun yaşayıp başka bir varlığa geçtiğini ve bireysel olan ruhun bir bedene can vereceğini savunan öğretiye basitçe ruh göçü denilir. İnsan üzerinde olan iki bileşenden biri ruh, diğeri beden olarak yer eder. Bu iki bileşen arasındaki en temel olan ruhtur. Ruh, insanın gerçek özünü meydana getiren bileşendir. Söz konusu olan ruh göçü anlayışına göre insanın mutluluğunun temelde ruhta aranması gerekir.[2] Dolayısıyla ruh göçü için mutluluğun olması açıktır. Peki, ruh kavramı Antik Yunan içerisinde neler ifade ediyordu ve hangi düşünürler ruh kavramı üzerinde durdular?

İlkin Pythagoras’ın ruh anlayışına baktığımızda o, ruh göçü inancının savunuculuğunu yapmıştır. Söz konusu olan bu inanç aslında Yunan’da doğmamıştır. Bilindiği kadarıyla Uzakdoğu’dan Antik Yunan’a kadar sıçramıştır. En nihayetinde ruh göçü düşüncesinin anavatanı Hindistan’dır.[3] Pythagorasçıların önce dinle ilişkilendirdikleri ve ardından daha sonra felsefi bir problem ya da felsefi düşünce gerektirdiği kanısına vardıkları ruh göçü daha eskilerde şu şekilde ifade edilmekteydi: “Derler ki bir zorunluluğun öngördüğü bir döngüyle, ruhun canlılardan kâh birinin kâh öbürünün içine girdiği ortaya koyan ilk düşünür oymuş. Onun hakkında söyledikleri de şöyle: - Bir gün sopa ile dövülen bir eniğin yanından geçerken ona acımış ve şöyle demiş: Dur, vurma! Çünkü o sevdiğim bir adamın ruhu, bağrışını duyunca onu tanıdım…”[4] Tüm bunlar dışında Pythagorasçıların ruh göçü anlayışı da Platon’u derinden etkilemiştir. İnsanın mutluluğunun ruhta aranması gerektiğini savunan Pythagorasçılara göre, ruhun bedenle olan ilişkisi ruhun özünü kirletir. Ruh, söz konusu olan beden ile ilişkisine bu dünyada yaptığı iyilik ya da kötülüklere bağlı olarak tanrısal alana yükselinceye dek bir doğuş çemberinin içerisinde olur. İnsan öldükten sonra değer bakımında kendisinden daha aşağı ya da daha yüksek varlıklara göç eder…

Pythagoras dışında Empedokles, Demokritos, Anaksagoras gibi Antik Yunan doğa filozofları da ruh üzerine görüşlerini ortaya koymuşlardır. Empedokles dört ana maddeden hareketle yola çıkmış ve bu yolda ruh ve ruh göçüne ilişkin düşünceler ortaya koymuştur. Demokritos ise ruh görüşünü ortaya koyarken atomlar ile ilişkilendirmiştir.

Doğa filozoflarının içinde yer alan doğa felsefesinde çıkıp insan felsefesine doğru düşünce göçü ettiğimizde karşımıza ilk büyük isim olarak Sokrates’in çıktığını görmekteyiz. Sokrates hiçbirimiz birinci kaynaklardan bilemiyoruz. Öyle ki Sokrates, arkasında yazılı eserler bırakmadı ve öğrenciler ile Yunan kıyılarında ya da büyük bir merdivenin tutamağında bulunan çatlak gibi çatlamış Atina sokaklarında sohbetler ediyordu. Bundan hem öğrencileri hem de kendisi çok zevk alıyordu. Sorgulamayı asla kesmiyordu ve sorgulanmamış bir hayatı yaşamaya değer bulmuyordu. Arkasında yazılı eser bırakmamış olsa da biz Sokrates’i öğrencisi Platon’dan hareketle daha iyi tanıyabiliriz. Platon, Phaidon adlı diyaloğunda Sokrates’i konuşturur, ruh hakkında görüşler ortaya koyan kişi de Sokrates olmuştur. Diyalogda açıkça görülür ki ruh bedene hâkimdir ve bu gerçekleşince mutluluğa ulaşılır. Platon diyalogda ölümden sonrası yaşamı anlamlı bulur ve şöyle yazar: “Ancak ölüm buradan başka bir yere bir tür göç ise ve anlatılan doğruysa ve bütün ölüler orada bir araya geliyorsa bundan daha büyük bir iyi olabilir mi siz hakimler?”[5] Bunu diyen Sokrates en nihayetinde Tanrısallığı çağrıştıran “Daimon” adını verdiği evrensel bir ruha, ruhun bireyselliğine ve ölümden sonra yaşama inanmakta olduğu açıktır.

Platon’da “Ruh” ve “Reenkarnasyon”

Platon’un ruh anlayışını “İdealar Kuramından” hareketle incelemek yerinde bir yaklaşım olacaktır. Öyle ki Platon’un ruh görüşü Devlet adlı eserinde gökyüzünde parlayan bir yıldız kadar parlar. Ruh ile devlet arasında ki benzerlik üzerinde yoğunlaşır. Ruhun parçaları iştiha, tin ya da gönül ve akıldır. Susuzluk örneğini, karşıtlar ilkesine uygun olarak iştiha ve aklı birbirinden ayırmak için kullanan Platon, iştihayı oldukça aşağı bir şey olarak tanımlar.[6]

Platon’a göre, ruhun en yüksek olan ve en yüce parçası akıldır. İşte bu noktada bireyin daha büyük veya bütünsel iyiliğini gözetmesi bakımından iştihayla karşı karşıya getirir. Platon’un başlangıçta ruhun ölçüp biçen, hesap yapan enine boyuna düşünen tartan olarak tanımlanan kısım ruhun iyiliğini gözeten kısımdır. Üçüncü parça ise, akıl ile iştiha arasındaki tindir. Bir başka deyişle gönüldür. Platon onu Devlet adlı eserinin başlangıcında, insandaki öfke duyan parça olarak tanımlar.[7] Buradan da anlaşılacağı üzere tutkular veya duygular kimi zaman öfke tarafından harekete geçirilebilirler. Üç parçalı ruh anlayışını böyle açıklayan Platon, daha sonrasında bu parçalar arasındaki erdemi meydana getiren doğru ilişkileri betimlemeye, erdem anlayışının ayrıntılarını ortaya koymaya geçmektedir. Platon’un erdem anlayışının belirleyiciliği Sokratik döneme kadar dayandırılabilinir.

Platon’un ruh görüşünün ayrımından sonra ruh göçü anlayışına bakmak doğru ve yarar sağlayacaktır. Öyle ki Platon, ruh göçüne veya reenkarnasyona inanır.  Ruhun ölümsüzlüğüne inan Platon, dünyaya gelmeden önce ruhun bir hayatı olduğunu düşünmektedir. Biz bu düşünceye nereden ulaşıyoruz? Elbette ki, Platon’un Phaidros, Timaios eserlerinden hareketle düşünce yolumuza çıkıyoruz. Platon, Timaios eserinde ruhu: “Ruhun nasıl yaratıldığına, ruhun bölünemeyen her zaman aynı kalan ve tözle cisimlerde bulunan olarak”[8] ele alır.

Platon’a göre ruh, yer ile gök arasına ölümsüz bir doğaya sahipken, beden ölüme yas tutan bir varlık olarak yer eder. Ruh baharda bir yaprak ise, beden sonbahardaki dökülen yapraktır… Dolayısıyla Platon’un ruh görüşünden ve diyaloglarından hareketle bildiğimiz tek bir şey vardır ki, o da Platon’un hem ölümden sonrası bedensel bir yaşamı hem de reenkarnasyonu görmekteyiz…

Aristoteles’te “Ruh” ve “Reenkarnasyon”

Platon her ne kadar reenkarnasyona inansa da Aristoteles reenkarnasyona bir o kadar uzaktır. Aristoteles’in ruh görüşünde var oluşun temeli ya da varlığın anlamı madde ve formdan meydana gelmektedir. Ona göre varlık, maddede gerçekleşen formdur. Aristoteles’in Metafizik adlı eserinde felsefesinin temel yapı taşlarını tikeller ya da duyulur ve hissedilir şeyler oluşturmaktadır.

Aristoteles’in metafiziksel düşüncesi ontolojisinin temeli ve parçasıdır. Ruh üzerine görüşlerini Ruh Üzerine eserinde bizlere sunan Aristoteles, burada ruhun konusunu inceler. Çünkü Antik Yunan’da hocası Platon’un ruh üzerine görüşlerini gördü ve hocası ile aynı yolda ilerlerken bir noktada hocasından ayrıldı. Aristoteles’in ruh anlayışı günümüzden bambaşka bir şekilde yer etmiştir. Onun psikolojiden çok fizyolojik olarak ruh görüşü ortaya çıkar.

Aristoteles, Ruh Üzerine eserinde ruhun konusu ile ilgili yöntemsel bir takım zorlukları vurgulamıştır. O, şöyle yazar: “Ruhun bilinmesi, tüm gerçeğin incelenmesine ve özellikle tabiat bilimine önemli bir katkıda bulunur gibidir. Çünkü ruh, sonuçta hayvanların ilkesidir.”[9] Girişi bu cümle ile yapan Aristoteles, kelimeleri bir yıldız gibi ruh üzerine kaydırdıktan sonra ikinci bölümde ruhun tanımı ve üzerinde durur. Son bölümde ise insani ruhun zeka ve bilişsellik gibi eylemlerin de üzerinde durur…
Aristoteles’in düşüncelerinden hareketle anlaşıldığı kadarıyla ruhun madde ile ilişkisi de ön plana çıkmaktadır. Ruh ve bedeni birbirinin tamamlayıcısı olarak görmektedir. Aynı zamanda Aristoteles, ruhu organizmaya canlılık veren ilke olarak ifade etmektedir.

Aristoteles’in reenkarne üzerine düşüncesine gelecek olursak; elbette Aristoteles Ruh Üzerine adlı eserinde kendisinden önceki düşünürlerin ruh üzerine düşüncelerini ele almış tartışmıştır. Aristoteles, Pisagorcu felsefeden, Platoncu felsefeye kadar ruh üzerine tartışmıştır.

Bilindiği üzere Aristoteles’te madde ve form büyük yer tutar. Ona göre, cisimlerin hepsi madde ve formdan meydana gelirler. Aristoteles, madde ve formu birbirleri ile ilişkileri bakımından ele alır. Madde, formu kabul eden şeydir. Dolayısıyla bir şeyin maddesi de onun formudur. Her beden kendine özgü bir biçim ve şekle sahiptir. Aristoteles’in metafiziğinin içinde yer alan ruha baktığımızda açıkça şunu ifade edebiliriz: Maddesel cevher veya töz olan bedenin formu olan ruh insanın insan olarak en temel bir şekilde var olmasını sağlayan ilkedir.

Aristoteles’e göre ruh bedene ait ola bir şeydir. Ruhun duran yapısı ve hareketi Aristoteles’in ruh düşüncesine önemli bir yer almıştır. Ruh ve bedenin birlikteliğinin doğal olarak sonucu biri hareket ettirir diğeri hareket eder. Biri etkiler, diğeri ise etkilenir.[10]  Aristoteles’e göre, bedeni ruhtan başka hareket ettiren bir şey varsa bu aynı zamanda ruhu da hareket ettir. Dolayısıyla ruh ile beden birbirinden bağımsız değildir.

Sonuç olarak baktığımızda Platon’un felsefesinde ruh görüşü ve reenkarnasyon anlayışı açıktır. Berrak bir şelalenin içinde yer eden su gibi açıkça görülür Platon’un reenkarne anlayışı… Antik Yunun diğer büyük ismi olan Aristoteles’te ise reenkarnasyon reddi mevcuttur. En nihayetinde beden ruhtan ayrılmaz. Dolayısıyla buradan hareketle ruh göçü Aristoteles’e göre aykırı kalır. Aristoteles’in ruh-beden ilişkisi madde ve form ilişkisine benzetildiğinde dolayı maddenin yok olmasıyla birlikte ona bağlı bir form olarak yer eden ruhta yok olacağı düşünülmektedir.

Ruh göçüne kimi insanlar inanmakta, kimi insanlar saçma bulmaktadır. Bu konuyu Platon’un penceresinden baktığımda belki de Antik Yunan’dan veya modern düşünürlerden birinin ruhu (kesin olmamakla birlikte) bir başkasında hayat bulmuş olabilir. Fakat bu düşünceyi Aristoteles’in penceresinden ele aldığımızda böyle bir göç söz konusu asla değildir. Ruh beden ile birlikte vardır…
“Reenkarnasyon”, “ruh” ya da “ruh göçü” gibi terimleri basite almamak gerektiğini vurgulamam yerindedir. Aksi halde bu terimler üzerine sorgulamadıkça yaşantımız körelecek ve düşüncelerimiz bir yıldız gibi gökyüzümüzden kayıp gidecektir…





KAYNAKÇA
·         Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü
·         Ahmet Cevizci, İlkçağ Felsefe Tarihi
·         Diogenes Laertios, Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri
·         Platon, Devlet
·         Platon, Phaidon
·         Platon, Timaios
·         Aristoteles, Ruh Üzerine
·         Giovanni Scognamillo / Arif Arslan, Doğu ve Batı Kaynaklarına Göre Ruhçuluk ve Reenkarnasyon



[1] Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul, 1999, s.737
[2] Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul, 1999, s.738
[3] Ahmet Cevizci, İlkçağ Felsefe Tarihi, Asa Yayınları, Bursa, 2012, s.53
[4] Diogenes Laertios, Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri (Çev. Candan Şentuna), İstanbul, YPK Yay. 2003, s.36
[5] Platon, Phaidon (Çev. Furkan Akderin), İstanbul, Say Yayınları, 2017
[6] Platon, Devlet, İstanbul, İş Bankası Yayınları, s.437b-439e
[7] Platon, Devlet, İstanbul, İş Bankası Yayınları, s.437b-439e
[8] Platon, Timaios, İstanbul, Say Yayınları, s.1997c
[9] Aristoteles, Ruh Üzerine, İstanbul, Pinhani Yayıncılık, s.2001a: 1
[10] Aristoteles, Ruh Üzerine, İstanbul, Pinhani Yayıncılık, s.2001a:38

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

WITTGENSTEIN FELSEFESİNDE DİL VE DÜNYA İLİŞKİSİ

  "Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarını imler." Wittgenstein Ludwig Wittgenstein’ın, dil felsefesi bağlamındaki görüşlerine biz...