İnsanı diğer canlılardan
ayıran özellik düşünme eylemidir. Düşünme eylemi insanın kendi yaşamına sunduğu
en önemli özelliktir. Aristoteles, “Düşünmek, düşünmeyi düşünmektir.”[1]der. Düşünmeyi düşününce
gerçek anlamda düşünürüz. Descartes ise ‘Felsefenin İlkeleri’ adlı eserinde: “Felsefesiz
yaşamak; açmayı denemeden gözü kapalı yaşamaktır.”[2] deyip felsefenin önemini
vurgulamıştır.
Modernizm’in büyük
isimlerinden biri olan Descartes, ‘Meditasyonlar’ı yazıp tek tek her şeyi
açıklar. Her olaya şüpheci yaklaşıp durumlara Septikler gibi bakar. Şimdi
René Descartes’ın septik yaklaşımına bakalım.
Septik Yaklaşım
Descartes kendi zamanına
kadar, doğru zannedilen ve güvenilen bilgilerin hatalı olduğunu görmüş ve
‘Felsefenin İlkeleri’ adlı eserinde şöyle demiştir: “… Eğer Aristo yeniden
dünyaya gelmiş olsaydı o bile bu yazıların kendisine ait olduğunu anlayamazdı.”[3] İşte Descartes bundan dolayı kendisine
öğretilen tüm bilgilerden, hatta matematikten bile şüphe etmiştir. Fakat bu
şüphe kendisinde şu şekilde çıkmıştır: “… Sırf kuşkulanmak için kuşkulanan ve
kendilerini her zaman kararsızmış gibi gösteren kuşkucuları taklit etmedim,
zira aksine tüm çabam sadece emin olmaya ve kayayı ya da kili bulmak için
gevşek toprağı ve kumu dışarı atmaya yönelikti.” Yani Descartes’ın şüphesi,
Septiklerin ya da şüphecilerin amaç haline getirilmiş şüphesinden oldukça
farklıdır.
Descartes şüpheyi, doğru
ve kesin bilgiye ulaşmak için bir metot olarak kullanmıştır. Bu nedenle onun
şüphesi kendiliğinden doğan bir şüphe değil, düşünülen, istenilen, hakikati
aramaya yönelik hiçbir şeyi dışarıda bırakmayan tam bir şüphe, yani metodik
şüphedir. Böyle bir şüpheden sonra ancak mutlak ve sarsılmaz bir hakikate
ulaşılmış olacak ve bu hakikat, bilgiye önemli bir temel teşkil edecektir.
Septikler, bilginin
mümkün olmadığını savunuyorlardı. Düşüncelerin, duyu organlarının insanı
yanıltacağı kanısındaydılar. Her şeyden şüphe edilmesi gerektiğini
düşünüyorlardı. Septikler, duyu organımızın bizi yanılttığını ve böylece
bilginin mümkün olmadığını söylediler. Çünkü karanlık bir yolda yürürken
karşıdan geçen bir kedi gölgesini gözlerim köpek olarak görebilir ya da
rüzgârlı bir havada yanımda bir arkadaşımla yürürken rüzgâr uğultusunu bir
fısıltı sanıp arkadaşımın bana bir şey söylediğini düşünebilirim.
René Descartes’ın o ünlü
sözünü hepimiz biliriz: “Düşünüyorum, o halde varım!” Ama bu sözün nereden
geldiğine dair pek az insanın fikri olduğunu söyleyebiliriz. Şimdi de René
Descartes’ın bu sözünün nereden geldiğini açıklayalım.
Cogito Ergo Sum /
Düşünüyorum O Halde Varım
İlkin Descartes, bu
sözden ‘Metot Üzerine Konuşma’, ‘Meditasyonlar’ adlı eserlerinde bahsetmiştir.
‘Meditasyonlar’ kitabında birinci meditasyonu şudur: “Kuşku duyabilecek şeylere
dair.”[4] Birinci meditasyonun
skeptik (derin anlamlı düşünce) varsayımları, şimdiye kadar kabul görmüş bütün
inanışları açıkça sorgulamıştır.
İkinci meditasyonu ise:
“İnsan zihninin doğasına ve bedenden daha kolay bilinmesine dair.” Descartes
burada skeptik hipotezinden zarar görmeyecek tek bir kesinliği umut eder. Ve
aradığını şu argümanda bulur: “Cogito Ergo Sum.” / “Düşünüyorum, o halde varım”
düşüncesi o kadar sağlam ve güvenilirdir ki en ileri giden skeptik düşünceler
dahi onu çürütemezler. Descartes ‘Meditasyonlar’da şöyle akıl yürütmüştür:
“Kendimi dünyada
kesinlikle hiçbir şey olmadığına ikna etmiş bulunmaktayım; ne gökyüzü, ne
toprak, ne herhangi bir zihin, ne de beden var. Bütün bunlar benim de var
olmadığım anlamına gelmez mi? Hayır: Eğer ben kendimi bir şeye ikna
edebiliyorsam, var olduğum kesindir. Fakat üstün güçlü ve kurnaz bir hilekâr,
bile bile ve devamlı olarak beni yanıltmaktadır. Şayet o beni yanıltıyorsa, bu
durumda da var olduğum şüphesizdir. Beni ne kadar yanılgıya düşürürse düşürsün,
ben bir şey olduğumu düşündüğüm sürece hiçbir şey olmamamın imkânı yoktur. Her
şeyi ayrıntısıyla ele aldıktan sonra varmam gereken sonuç ben, ben varım
ifadelerini ne zaman söylersem ya da ne zaman düşünürsem düşüneyim zorunlu
olarak doğrudurlar.”[5]
Descartes, geometri ve matematik
dâhil her şeyden şüphe etmiş olup sadece şüphe ettiğinden kesinlikle şüphe
etmez. Aslında şüphe etmek de bir çeşit düşünmektir. O halde, düşündüğünden
şüphe ettiğinden kesinlikle şüphe etmez. Ve ilk temel bilgi açık hakikat olarak
“Cogito Ergo Sum (Düşünüyorum, o halde varım.)”ı ortaya koyar. ‘Metot Üzerine
Konuşma’da der ki: “- düşünüyorum, öyleyse varım- hakikatinin, şüphecilerin en
acayip faraziyelerinin bile sarsmaya gücü yetmeyecek derecede sağlam ve
güvenilir olduğunu görerek, bu hakikati felsefenin ilk ilkesi olarak kabul
etmeye tereddütsüz karar verdim.” René Descartes, bu konudaki sözlerini şöyle
sürdürür: “Bu ilk ilkeyi, Ben-im’i, Ben Varım’ı her söylediğimde veya zihnimde
kavradığımda, o zorunlu olarak doğrudur.” [6]
Descartes, böylece kendi
varoluşunu yaşantı halinde yakalamaktadır. “Ben varım” fakat ne kadar zaman
varım? Düşündüğüm sürece varım. O halde varlık düşünmekle ilgilidir. Hatta
Descartes şöyle der: “ Var olmasaydık, şüphe edemezdik. “
İlk hakikat "Her
düşünen vardır.", "Ben düşünüyorum.", "O halde ben
varım." şeklinde bir çıkarımla elde edilmiş olmayıp çıkarımsal bir hakikat
değildir. Zaten Descartes, tümdengelimin, kendisinin ‘diyalektikçiler’ dediği
mantıkçıların tasım, yani kıyas ile karıştırılmamasını ister. Çünkü ona göre tasım,
tümüyle yararsızdır; bilineni bildirmekten başka bir işe yaramaz. Oysa
tümdengelim, her zaman değilse bile, bazen sezgi olarak da anlaşılır. O, bu
hususta şöyle der: "Yalnızca sezgiyle elde edilen ilk ilkelerden çıkarılan
önermeler, bazen tümdengelim yoluyla bilinirler. Fakat bir şeyin bir şeyden
yalın olarak çıkarılışı, yine, sezgi sayesinde olur."
Cogito'nun çıkarımsal
olduğunu kabul etmek Cogito’nun ilk hakikat olmadığını iddia etmek demek olur
ki bu da bütün sistemi tehlikeye düşürür. Şu halde, Cogito, zihni bir sezgi ile
kavranan, ilk ve tek fakat zorunlu bir hakikattir. Cogito, bulunan ilk hakikat
ve bu itibarla felsefenin ilk ilkesi olmakla kalmaz, aynı zamanda bize
hakikatin ölçütünü de verir; çünkü bu ilk hakikat açık ve seçiktir: "Şu halde,
açık ve seçik olarak tasavvur ettiğimiz her şey doğrudur."
Böylece var olduğunu
kanıtlayan Descartes, bundan sonra Tanrı’nın ve dış dünyanın varlığını
kanıtlamaya geçer. İlkin Descartes, Tanrı’nın varlığını şöyle kanıtlar:
"Mademki şüphe ediyorum, o halde varım; fakat kendimde bu şüphe denilen
eksikliği görmem, bende, tam ve olgun fikirlerinin bulunmasını, dolayısıyla bu
fikirlerin biricik anlaşılır nedeni olan Tanrı'nın var olmasını gerektirir;
hatta olgun, sözüne sadık, aldatmaz bir Tanrı'nın varlığını gerektirir. Eğer,
zihnimin, bir şeye ait olduğunu açık ve seçik olarak gördüğü her şey, gerçekten
o şeye aitse, gerçek varlığın bir olgunluk olduğu ve onsuz Tanrı'nın mutlak
olgunluğunu tasavvur edemeyeceğim şüphesizdir. Sonuç olarak, Tanrı, gerçekten
ve zorunlu olarak vardır. Ancak böyle bir Tanrı, açık ve seçik fikirlerimi
garanti ederek, ruhla bedenin gerçek ayrılığını temin
eder."
İkinci olarak, yaptığı
Tanrı kanıtlamasında Descartes, Tanrı’nın mükemmelliğine ulaşır. Descartes
‘mükemmellik’ fikrine rastlamış olup kendisinin mükemmel bir varlık olmadığı
için bu fikrin kendisine kendisinden gelemeyeceğini söyler. Böyle bir fikrin
kendisine ancak mükemmel bir varlıktan gelebileceğini ki bunun da Tanrı’nın
olduğunu ifade eder. O halde Tanrı vardır.
Tanrı mükemmel bir
varlık olduğu için beni aldatmaz. Zira aldatmak onun şüphe götürmez bir
eksikliğine delalet eder. O halde dış dünya da vardır.
İslam Felsefesi’nde
Gazali, ‘cogito’ nazariyesini Descartes’dan çok daha önceleri kullanmış
filozoflardan biridir.[7] Descartes, “Cogito
ergo sum, yani düşünüyorum, o halde
varım.” derken Gazali aynı şekilde insanın kendi bilincinin farkında olacağını
şöyle belirtir: “… İnsanın kendi varlığında hiç şüphe yoktur. Onun varlığı
görünen ceset değildir. Bir kimse gözünü kapayıp, kalıbını (bedenini), gökleri,
yerleri ve gözle görülebilen her şeyi unutsa dahi, kendi varlığını zaruri
olarak bilir… Kendinden haberi olur…”
Böylece Descartes ’ın
ünlü ‘cogito’ nazariyesinin kök bakımından çok daha öncelere uzandığını
söyleyebiliriz.
Sonuç
Sonuç olarak, Descartes
da şüpheciler gibi davranıp şüphecileri kendi silahları ile vurmuştur. Ve kesin
bilgiye ulaşmıştır. Anlaşıldığı üzere Descartes’ın epistemolojisinde Tanrı
fikri vardır. Her şey Tanrı‘dan dolayı vardır. Descartes felsefesinde,
bilginin kendi kendini varlık olarak ortaya koyması, yani bilginin kendi içinde
ontolojik bir alanının olması söz konusudur. Bu ise ruhun maddeden ayrı bir
varlığı olmasını, ruhun başlı başına bir töz olmasını gerektirir. Böyle olunca
da bunun temelinde ister istemez Tanrı olacaktır.
Descartes, “Düşündüğümü
ve var olduğumu inkâr edemem.” diyerek bu konuda yanılmadığını ifade eder.
Çünkü yanılması mantıksal çelişki olacaktır. Burada en önemli nokta
‘Düşünüyorum, o halde varım’ önermesi ‘düşünen öznenin varlığı’nı ortaya koyan
bir sözdür.
Barış ÇOKAZ
Çember Dergisi, 7. Sayı, 2020
KAYNAKÇA
- Aristoteles,
Metafizik, Divan Kitap, İstanbul, 2017
- Cogito
Dergisi, Sayı:10
- Descartes,
Meditasyonlar, Say Yay. İstanbul, 2018
- Descartes,
Felsefenin İlkeleri, Say Yay. İstanbul, 1989
- Descartes, Metot Üzerine Konuşma, Say Yay.
İstanbul, 2018
[1]
Aristoteles, Metafizik
[2]
Descartes, Felsefenin İlkeleri, Say Yayıncılık, İstanbul, 1983, s.33
[3]
Descartes, Felsefenin İlkeleri, Say Yayıncılık, İstanbul, 1983, s.36
[4]
Descartes, Meditasyonlar, Say Yayıncılık, İstanbul, 2010, s.45
[5]
Descartes, Meditasyonlar, Say Yayıncılık, İstanbul, 2010, s.55
[6]
Descartes, Metot Üzerine Konuşma, Say Yayıncılık, İstanbul, 2016
[7] Cogito
Dergisi, Sayı: 10
Son derece başarılı bir çalışma kalemine sağlık
YanıtlaSilÇok teşekkür ederim, gönlünde yer etmesi dileğiyle..:)
Sil