23 Şubat 2020 Pazar

DESCARTES VE VARLIK ANLAYIŞI







İnsanı diğer canlılardan ayıran özellik düşünme eylemidir. Düşünme eylemi insanın kendi yaşamına sunduğu en önemli özelliktir. Aristoteles, “Düşünmek, düşünmeyi düşünmektir.”[1]der. Düşünmeyi düşününce gerçek anlamda düşünürüz. Descartes ise ‘Felsefenin İlkeleri’ adlı eserinde: “Felsefesiz yaşamak; açmayı denemeden gözü kapalı yaşamaktır.”[2] deyip felsefenin önemini vurgulamıştır. 

Modernizm’in büyük isimlerinden biri olan Descartes, ‘Meditasyonlar’ı yazıp tek tek her şeyi açıklar. Her olaya şüpheci yaklaşıp durumlara Septikler gibi bakar.  Şimdi René Descartes’ın septik yaklaşımına bakalım. 


Septik Yaklaşım


Descartes kendi zamanına kadar, doğru zannedilen ve güvenilen bilgilerin hatalı olduğunu görmüş ve ‘Felsefenin İlkeleri’ adlı eserinde şöyle demiştir: “… Eğer Aristo yeniden dünyaya gelmiş olsaydı o bile bu yazıların kendisine ait olduğunu anlayamazdı.”[3]  İşte Descartes bundan dolayı kendisine öğretilen tüm bilgilerden, hatta matematikten bile şüphe etmiştir. Fakat bu şüphe kendisinde şu şekilde çıkmıştır: “… Sırf kuşkulanmak için kuşkulanan ve kendilerini her zaman kararsızmış gibi gösteren kuşkucuları taklit etmedim, zira aksine tüm çabam sadece emin olmaya ve kayayı ya da kili bulmak için gevşek toprağı ve kumu dışarı atmaya yönelikti.” Yani Descartes’ın şüphesi, Septiklerin ya da şüphecilerin amaç haline getirilmiş şüphesinden oldukça farklıdır.

Descartes şüpheyi, doğru ve kesin bilgiye ulaşmak için bir metot olarak kullanmıştır. Bu nedenle onun şüphesi kendiliğinden doğan bir şüphe değil, düşünülen, istenilen, hakikati aramaya yönelik hiçbir şeyi dışarıda bırakmayan tam bir şüphe, yani metodik şüphedir. Böyle bir şüpheden sonra ancak mutlak ve sarsılmaz bir hakikate ulaşılmış olacak ve bu hakikat, bilgiye önemli bir temel teşkil edecektir.

Septikler, bilginin mümkün olmadığını savunuyorlardı. Düşüncelerin, duyu organlarının insanı yanıltacağı kanısındaydılar. Her şeyden şüphe edilmesi gerektiğini düşünüyorlardı. Septikler, duyu organımızın bizi yanılttığını ve böylece bilginin mümkün olmadığını söylediler. Çünkü karanlık bir yolda yürürken karşıdan geçen bir kedi gölgesini gözlerim köpek olarak görebilir ya da rüzgârlı bir havada yanımda bir arkadaşımla yürürken rüzgâr uğultusunu bir fısıltı sanıp arkadaşımın bana bir şey söylediğini düşünebilirim. 

René Descartes’ın o ünlü sözünü hepimiz biliriz: “Düşünüyorum, o halde varım!” Ama bu sözün nereden geldiğine dair pek az insanın fikri olduğunu söyleyebiliriz. Şimdi de René Descartes’ın bu sözünün nereden geldiğini açıklayalım.
  

Cogito Ergo Sum / Düşünüyorum O Halde Varım


İlkin Descartes, bu sözden ‘Metot Üzerine Konuşma’, ‘Meditasyonlar’ adlı eserlerinde bahsetmiştir. ‘Meditasyonlar’ kitabında birinci meditasyonu şudur: “Kuşku duyabilecek şeylere dair.”[4] Birinci meditasyonun skeptik (derin anlamlı düşünce) varsayımları, şimdiye kadar kabul görmüş bütün inanışları açıkça sorgulamıştır. 

İkinci meditasyonu ise: “İnsan zihninin doğasına ve bedenden daha kolay bilinmesine dair.” Descartes burada skeptik hipotezinden zarar görmeyecek tek bir kesinliği umut eder. Ve aradığını şu argümanda bulur: “Cogito Ergo Sum.” / “Düşünüyorum, o halde varım” düşüncesi o kadar sağlam ve güvenilirdir ki en ileri giden skeptik düşünceler dahi onu çürütemezler. Descartes ‘Meditasyonlar’da şöyle akıl yürütmüştür:

“Kendimi dünyada kesinlikle hiçbir şey olmadığına ikna etmiş bulunmaktayım; ne gökyüzü, ne toprak, ne herhangi bir zihin, ne de beden var. Bütün bunlar benim de var olmadığım anlamına gelmez mi? Hayır: Eğer ben kendimi bir şeye ikna edebiliyorsam, var olduğum kesindir. Fakat üstün güçlü ve kurnaz bir hilekâr, bile bile ve devamlı olarak beni yanıltmaktadır. Şayet o beni yanıltıyorsa, bu durumda da var olduğum şüphesizdir. Beni ne kadar yanılgıya düşürürse düşürsün, ben bir şey olduğumu düşündüğüm sürece hiçbir şey olmamamın imkânı yoktur. Her şeyi ayrıntısıyla ele aldıktan sonra varmam gereken sonuç ben, ben varım ifadelerini ne zaman söylersem ya da ne zaman düşünürsem düşüneyim zorunlu olarak doğrudurlar.”[5]

Descartes, geometri ve matematik dâhil her şeyden şüphe etmiş olup sadece şüphe ettiğinden kesinlikle şüphe etmez. Aslında şüphe etmek de bir çeşit düşünmektir. O halde, düşündüğünden şüphe ettiğinden kesinlikle şüphe etmez. Ve ilk temel bilgi açık hakikat olarak “Cogito Ergo Sum (Düşünüyorum, o halde varım.)”ı ortaya koyar. ‘Metot Üzerine Konuşma’da der ki: “- düşünüyorum, öyleyse varım- hakikatinin, şüphecilerin en acayip faraziyelerinin bile sarsmaya gücü yetmeyecek derecede sağlam ve güvenilir olduğunu görerek, bu hakikati felsefenin ilk ilkesi olarak kabul etmeye tereddütsüz karar verdim.” René Descartes, bu konudaki sözlerini şöyle sürdürür: “Bu ilk ilkeyi, Ben-im’i, Ben Varım’ı her söylediğimde veya zihnimde kavradığımda, o zorunlu olarak doğrudur.” [6]
Descartes, böylece kendi varoluşunu yaşantı halinde yakalamaktadır. “Ben varım” fakat ne kadar zaman varım? Düşündüğüm sürece varım. O halde varlık düşünmekle ilgilidir. Hatta Descartes şöyle der: “ Var olmasaydık, şüphe edemezdik. “ 

İlk hakikat "Her düşünen vardır.", "Ben düşünüyorum.", "O halde ben varım." şeklinde bir çıkarımla elde edilmiş olmayıp çıkarımsal bir hakikat değildir. Zaten Descartes, tümdengelimin, kendisinin ‘diyalektikçiler’ dediği mantıkçıların tasım, yani kıyas ile karıştırılmamasını ister. Çünkü ona göre tasım, tümüyle yararsızdır; bilineni bildirmekten başka bir işe yaramaz. Oysa tümdengelim, her zaman değilse bile, bazen sezgi olarak da anlaşılır. O, bu hususta şöyle der: "Yalnızca sezgiyle elde edilen ilk ilkelerden çıkarılan önermeler, bazen tümdengelim yoluyla bilinirler. Fakat bir şeyin bir şeyden yalın olarak çıkarılışı, yine, sezgi sayesinde olur."

Cogito'nun çıkarımsal olduğunu kabul etmek Cogito’nun ilk hakikat olmadığını iddia etmek demek olur ki bu da bütün sistemi tehlikeye düşürür. Şu halde, Cogito, zihni bir sezgi ile kavranan, ilk ve tek fakat zorunlu bir hakikattir. Cogito, bulunan ilk hakikat ve bu itibarla felsefenin ilk ilkesi olmakla kalmaz, aynı zamanda bize hakikatin ölçütünü de verir; çünkü bu ilk hakikat açık ve seçiktir: "Şu halde, açık ve seçik olarak tasavvur ettiğimiz her şey doğrudur."

Böylece var olduğunu kanıtlayan Descartes, bundan sonra Tanrı’nın ve dış dünyanın varlığını kanıtlamaya geçer. İlkin Descartes, Tanrı’nın varlığını şöyle kanıtlar: "Mademki şüphe ediyorum, o halde varım; fakat kendimde bu şüphe denilen eksikliği görmem, bende, tam ve olgun fikirlerinin bulunmasını, dolayısıyla bu fikirlerin biricik anlaşılır nedeni olan Tanrı'nın var olmasını gerektirir; hatta olgun, sözüne sadık, aldatmaz bir Tanrı'nın varlığını gerektirir. Eğer, zihnimin, bir şeye ait olduğunu açık ve seçik olarak gördüğü her şey, gerçekten o şeye aitse, gerçek varlığın bir olgunluk olduğu ve onsuz Tanrı'nın mutlak olgunluğunu tasavvur edemeyeceğim şüphesizdir. Sonuç olarak, Tanrı, gerçekten ve zorunlu olarak vardır. Ancak böyle bir Tanrı, açık ve seçik fikirlerimi garanti ederek, ruhla bedenin gerçek ayrılığını temin eder."   

İkinci olarak, yaptığı Tanrı kanıtlamasında Descartes, Tanrı’nın mükemmelliğine ulaşır. Descartes ‘mükemmellik’ fikrine rastlamış olup kendisinin mükemmel bir varlık olmadığı için bu fikrin kendisine kendisinden gelemeyeceğini söyler. Böyle bir fikrin kendisine ancak mükemmel bir varlıktan gelebileceğini ki bunun da Tanrı’nın olduğunu ifade eder. O halde Tanrı vardır.

Tanrı mükemmel bir varlık olduğu için beni aldatmaz. Zira aldatmak onun şüphe götürmez bir eksikliğine delalet eder. O halde dış dünya da vardır. 

İslam Felsefesi’nde Gazali, ‘cogito’ nazariyesini Descartes’dan çok daha önceleri kullanmış filozoflardan biridir.[7] Descartes, “Cogito  ergo  sum, yani düşünüyorum, o halde varım.” derken Gazali aynı şekilde insanın kendi bilincinin farkında olacağını şöyle belirtir: “… İnsanın kendi varlığında hiç şüphe yoktur. Onun varlığı görünen ceset değildir. Bir kimse gözünü kapayıp, kalıbını (bedenini), gökleri, yerleri ve gözle görülebilen her şeyi unutsa dahi, kendi varlığını zaruri olarak bilir… Kendinden haberi olur…” 

Böylece Descartes ’ın ünlü ‘cogito’ nazariyesinin kök bakımından çok daha öncelere uzandığını söyleyebiliriz. 


Sonuç 


Sonuç olarak, Descartes da şüpheciler gibi davranıp şüphecileri kendi silahları ile vurmuştur. Ve kesin bilgiye ulaşmıştır. Anlaşıldığı üzere Descartes’ın epistemolojisinde Tanrı fikri vardır. Her şey Tanrı‘dan dolayı vardır.  Descartes felsefesinde, bilginin kendi kendini varlık olarak ortaya koyması, yani bilginin kendi içinde ontolojik bir alanının olması söz konusudur. Bu ise ruhun maddeden ayrı bir varlığı olmasını, ruhun başlı başına bir töz olmasını gerektirir. Böyle olunca da bunun temelinde ister istemez Tanrı olacaktır. 

Descartes, “Düşündüğümü ve var olduğumu inkâr edemem.” diyerek bu konuda yanılmadığını ifade eder. Çünkü yanılması mantıksal çelişki olacaktır. Burada en önemli nokta ‘Düşünüyorum, o halde varım’ önermesi ‘düşünen öznenin varlığı’nı ortaya koyan bir sözdür.


Barış ÇOKAZ
Çember Dergisi, 7. Sayı, 2020 










KAYNAKÇA

  • Aristoteles, Metafizik, Divan Kitap, İstanbul, 2017
  • Cogito Dergisi, Sayı:10                                                                      
  • Descartes, Meditasyonlar, Say Yay. İstanbul, 2018
  • Descartes, Felsefenin İlkeleri, Say Yay.  İstanbul, 1989
  • Descartes, Metot Üzerine Konuşma, Say Yay. İstanbul, 2018 



[1] Aristoteles, Metafizik
[2] Descartes, Felsefenin İlkeleri, Say Yayıncılık, İstanbul, 1983, s.33
[3] Descartes, Felsefenin İlkeleri, Say Yayıncılık, İstanbul, 1983, s.36
[4] Descartes, Meditasyonlar, Say Yayıncılık, İstanbul, 2010, s.45
[5] Descartes, Meditasyonlar, Say Yayıncılık, İstanbul, 2010, s.55
[6] Descartes, Metot Üzerine Konuşma, Say Yayıncılık, İstanbul, 2016
[7] Cogito Dergisi, Sayı: 10

2 yorum:

  1. Son derece başarılı bir çalışma kalemine sağlık

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim, gönlünde yer etmesi dileğiyle..:)

      Sil

WITTGENSTEIN FELSEFESİNDE DİL VE DÜNYA İLİŞKİSİ

  "Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarını imler." Wittgenstein Ludwig Wittgenstein’ın, dil felsefesi bağlamındaki görüşlerine biz...