“Diyalektik,
nesnenin içkin biçimde düşünülmesidir.”[1]
Biz yeryüzünde var olan
ve düşünen varlıklar olarak birçok kavramı ya da kimi zaman mecaz kimi zamansa
gerçek anlamıyla kullanmaktayız. Günlük dilimizde kavramları oldukça basite
indirgiyoruz ve diyalektik düşünceden kaçıyoruz. Diyalektik düşünce bir okyanus
ise bu okyanusta karaya yüzemiyoruz.
Bazı kavramlara
kendimiz anlamlar yüklemek yerine o kavramları olduğu gibi kullanıyoruz.
Yeryüzü altındaki gökyüzünde kayboluyoruz. Makalemi kaleme almamdaki amacım
diyalektik düşünmenin tarihteki yerini göstermek ve Hegel’de diyalektik düşünme
ile birlikte bazı çağlardan hareketle diyalektiği ele alacağım. Şimdi
diyalektik içindeki uzun yolculuğumuza kısaca başlayalım.
Diyalektiğin
Doğuşu
Uzun yıllar önce
diyalektik yaklaşımı Antik Yunan felsefesinde ya da başka bir deyişle Antik
Yunan kıyılarında karşımıza çıkmaktaydı. Yunan kıyılarının açıklı koyulu
maviliği bizlere diyalektik düşünceyi büyük düşünürler üzerinden
göstermekteydi.
Diyalektik kavramı söz
söylemek fiilinden gelen bir kavramdır. Antik Yunan felsefesine baktığımızda
sadece Platon’da değil aynı zamanda Herakleitos’da ve hatta mitlerde Heseidos’ta
bile görülür. Antik Yunan düşüncesi diyalektik kavramı üzerine kuruludur.
Thales’de bir diyalektikçidir. “Bir’in kaynağı nedir?” diye sorduğunda
“çokluğun birliği nedir?” diye düşünmektedir. Herakleitos’da her şeyin hareket
olduğunu, bir nehirde iki defa yıkanılamayacağını, söylerken yine diyalektik
yaklaşımla felsefe yolunda gitmektedir. Hegel, Felsefe Tarihi Dersleri adlı eserinde Herakleitos üzerine şöyle
söyler: “Varlık ile var olmayanın doğruluğu bulunmayan soyutlamalar olduklarını
ve ilk doğrunun yalnızca ve yalnızca –oluş-
olduğunu görüp söylemiş olmak büyük önem taşır. Anlık bunların her birini
doğru ve kendi kendinde geçerli olarak soyutlamaktadır. Buna karşılık akıl
bilir ki birinin içinde onun kendi ‘başka’sı
da içerilmiş bulunmaktadır ve böylece de bütünün, saltığın –oluş- olarak belirlenmesi gerekmektedir. Örneğin Aristoteles,
Herakleitos’un bütünü ve bütün olmayanı (parçayı), birlikte gideni ve
karşıtlaşanı, uzlaşanı ve çelişeni birbirine bağlayıp sardığını ve bütünü Bir
ve Bir’i her şey haline getirdiğini söyler…”[2]
Dolayısıyla buradan hareketle baktığımızda diyalektiği Hegel, Antik Yunan
felsefesinde yakalamıştır.
Antik Yunan felsefesi
diyalektikle beraber yan yana duran felsefedir. Hatta Antik Yunan felsefesi karalık
bir gecede Ay ise diyalektik hemen yanında yıldızdır. Söz konusu olan
diyalektik kavramı felsefeyi mümkün kılmıştır. Diyalektik kavramını felsefenin
dışında tutmamak gerekir.
Hegel’de
Diyalektik Düşünme
Hegel’e göre, bir
diyaloğun ruhu diyalektiktir.[3] “Diya-”
karşıt olan anlamına gelmektir. ‘Diyalog’ derken iki karşıt mantığın, iki
karşıtın birbiri ile konuşmasıdır. Söz konusu olan karşıtlık düşmanlık anlamına
gelmez. Birbirleri ile karşılıklı akıl yürütmeleri anlamına açık ve net bir
şekilde gelmektedir. Hegel, Antik Çağ’da
evrensel diyalektiği Modern Çağ’da yeniden yaratır. Hegel’in diyalektiği
bilinçli olarak kullandığı, bir çözümleme olarak kullandığı ilk metni 1800
yıllarında kaleme aldığı ve “Sistem Fragmanı” adlı metindir.
Hegel, “Birey kavramı
nedir ve neyi kapsıyor?” diye sorar burada. Bireysellik kavramı ona göre,
sonsuz çokluğun karşıtını kapsar ve bağıntısını kapsar.[4]
Bir birey düşünelim ve birey kendini birey olarak kavradığı zaman karşıtında
sayısız birey bulur. Yani sonsuz çokluktur. Aynı zamanda bu karşıtı olanlarda
kendisi ile bağıntısı vardır. Karşıtlık ve bağıntılık beraber düşünülüyor.
Karşıtları beraber düşünmenin felsefi olduğunu düşünüyor Hegel.
“Bir insan, bireysel
bir yaşamdır. Eğer o var olan tüm elementlerden başkası ise...” Yani var olan
diğer unsurlardan farklı ise insan bireysel bir yaşam olarak yer eder. Bireysel
bir yaşam aslında sınırlı bir yaşamdır. Dolayısıyla her birey sınırda yaşamdırlar.
Sınırlı yaşayanlar olarak sonsuzdurlar. Hegel bu noktada sınırlı olan ile
sınırsız olanın karşıtlığını ortaya koyar.
Yani, insan bireysel yaşamdır ama onu karşısında bireysel yaşamların
sonsuzluğu vardır. Bireysel bir yaşam, sonlu bireysel yaşamdan meydana
gelmiştir. Bizdeki yaşam sonlu yaşamdır. İnsan bireyinin bireysel yaşam tikel
olmakta dolayı, insanlığa ait olmamızdan dolayı aynı zamanda bireysel insan
olarak sınırlı yaşamımız bireysel sonsuz yaşam anlamına gelir. Hegel böylece
karşıt olanlarla çalışır.
Hegel’in aynı metinden
devam edersek: “Bir yaşamı parçalanmamış düşününce canlı olanı yaşamın
kendisinin kendisini ortaya koyuşu olarak görebilmemiz mümkündür. Onun çokluğu
aynı zamanda bölünmemiş parçalanmamış yaşamı sonsuzluk olarak kavramamız
gerekiyor.” Öyle ki Hegel’e göre: “Bireysel bir yaşamı aldığımızda onun
karşısına çokluğu koyduğumuz zaman her bir bireyin kendisinden hareketle nasıl
kavramamız gerekir?” diye sorar. Bireyler arasındaki ilişkiyi biz sonsuz ilişki
olarak kavrayacağız. Varlıkta var olan her şey dolaylıdır. Hegel’e göre sonsuz
karşıtlıklar sonsuz ilişkilerdir, dolayımlardır. Sonsuz çokluğun, örgütlülüğün
ve bireyin birlik olarak alınması gerekir. Yani bütünü örgütlü ayrı olan ve
örgütlü birlik olan olarak almamız gerekir. Doğa, örgütlü ayrı olanların ve
örgütlü birlik olanların bütünüdür.
Hegel’e göre
diyalektik, ontolojik olarak temellendirilmiştir. Bilindiği üzere varlık varsa
hiçlikte vardır. Var olan bir şey hiç’ten ayrı düşünülemez. Martin Heidegger, Metafizik Nedir? adlı eserinde şöyle
der: “Varlık varsa hiçlik zorunlu olarak vardır ve var olan hiçme’yi de
barındırır.”[5] Hegel, diyalektik ile toplum üzerine felsefe
yaptığını vurgular. Bireyin toplum içindeki ilişkisine bakınca diyalektik
kavramı temel alarak toplum üzerine kafasını yorar. Diyalektik kavramı ile doğa
üzerine, toplum üzerine ve akıl üzerine kuram yürütüldüğünü ifade eder.
“Doğa yaşamın bir
ortaya konuşudur. Çünkü yaşama refleksiyon yani dolayım dolayısıyla ilişki yani
bağıntı ve ayrılık olanı, kendi başına durabileni ve genel olabileni ortaya
çıkartır.” der Hegel. Bu şekilde ontolojik kuruluş doğayı yaratmıştır. O halde
doğa ayrı olanın birliği, sınırlı olanın sınırsızlığı ve tekilin genelidir.
Sınırlı olan hangi bakımdan sınırsızdır, ayrı olan hangi bakımdan birleşiktir
diye sormamız gerekir. Yaşam o zaman nedir? Canlı olanların sonsuzluğu olarak
yaşam, bir sonsuz olan sonlu olandır ve sonlu olan ile sonsuz olanın bu
birliğidir.
Hegel, sonlu ve sonsuz
hakkında Mantık Bilimi eserinde şöyle
yazmıştır: “Şeylerin sonlu olduklarını söylediğimiz zaman bununla, onların
yalnız bir belirlenime sahip olduklarını, yalnız sınırlı olduklarım değil,
-çünkü bu bakımdan onlar sınırlarının dışında belirlenmiş bir varlığa gene
sahiptirler- ama aynı zamanda ve daha çok yokluğun, hiçliğin onların yapısını,
varlığını oluşturduğunu söylemek istiyoruz… Sonlu yalnız genelde herhangi bir
şeymiş gibi değişmekle kalmaz, üstelik kaybolur. Onun kaybolması yalnızca
olanaklı değildir; sonlu şeyin varlığı, kendi içsel varlığı olarak kaybolmanın
tohumunu taşımak demektir. Onun doğum saati aynı zamanda ölüm saatidir.”[6] Böylece
aslında Hegel, sonsuza varlık yüklenmekte ve sonlu ise sonsuzun olumsuzu olarak
onun karşısında tutulması gerektiğini ifade eder.
Hegel’in diyalektik
felsefesinde sonlu-sonsuz olan arasındaki diyalektikten sonra varlığın ve var
olmayanın arasındaki diyalektiğe bakmak yerinde olacaktır. Konumuz her ne kadar
bir okyanus derinliği kadar derin olsa da düşünce kulaçları atarak karaya
ulaşmamız mümkün olacaktır.
Varlık başka
belirlenimi olmayan varlıktır. Ben, farksız belirsizlikten farka geçiştir. O
halde Hegel’e göre “ben” , belirliliğe geçiştir. Biz dünyaya gelince farksız
belirsizlikten oluşuyoruz. Belirlenmemiş varlık kendisiyle özdeştir. Bizde
hiçbir belirlenim yoktur. İnsandan başka bir şey değiliz. Ben öğretmenim, ben
şairim dediğim zaman. Ben kendimi farksız belirsizlikten kendimi çıkarmış
oluyorum. Kendime belirlilik kazandırıyorum. Belirlenmemiş varlık kendisiyle
özdeştir. Gökyüzünde yıldızlar nasıl göze görünüyorsa Hegel felsefesinde de tüm
parlaklığıyla varlık hiçlik olarak görünmektedir. Ayrıca varlık hiçlikten ne az
ne de çok bir şeydir…
Varlıkla hiçliğin
birliğini “oluş” olarak tanımlar. Bu tanım, Mantık
Bilimi’nde görülür. Salt varlıkla salt hiçlik aynı şeye tekabül eder.
Doğruluk ya da hakikat olan, ne varlıktır ne de hiçliktir. Varlığın hiçliğe,
hiçliğin varlığa geçip onda erimesi demektir.
Hayatın
Diyalektiği
Hayatın içine
baktığımızda birçok zıtlıklar görmüyor muyuz? Yeri geliyor siyah, karanlık
gecelerimize beyaz bir gün ışığı arıyoruz. Aklımıza birkaç dize düşüyor ve siyah
renge boyanmış umutlarla beyaz sayfalara geçiyoruz. Diyalektik söz konusu
olduğunda ya da diyalektik düşünmeye baktığımızda Hegel’in de bildiği Adam
Smith’in Ahlaki Duygular Kuramı
eserine işaret etmek istiyorum.
Adam Smith için insan,
kendisini diğeri ile paylaşmak, kendisini diğerinde inşa etmek ister. Diğerinin
kendisi de bizi inşa etmesine izin verirse mutlu oluruz. Bunu şöyle hayal
edebiliriz: Rengi meşe gövdesine benzeyen, sağ ayağı hafif sallanan ve üzerinde
yaralarımız kadar derin çizikler taşıyan bir masanın başındayız. Önümüzde
siyah-beyaz satranç tahtası duruyor. Ben kendi benliğim dışında diğer beni
karşımda rakibim olarak inşa ederim. Stefan Zweig bu durumu Satranç adlı eserinde şu şekilde ifade
ediyor: “İki Ben’imden her biri, yani Siyah Ben ve Beyaz Ben birbirleriyle
rekabet etmek zorundaydılar ve her biri kendi adına galip gelmek, kazanmak için
kendini bir tutkuya, sabırsızlığa kaptırıyordu…”[7] O
Ben’in yaptığı hamlelere ya da ataklara sahip olmak isterim ve böylece diğer
beni mat edersem ruhen ve zihnen mutlu olurum.
Adam Smith’in ustalıkla
kurduğu diyalektik düşüncesiyle ‘Ahlaki Duygular Kuramı’ adlı eserinde şu üçlü
kurgu ortaya çıkar: Diğer ben, Üçüncü ben / vicdan / insanlık ve Ben.
Diğerinin dolayımı ile
düşünme ve kendimizi diyalektik şekilde inşa etmek bu şekildedir. Satrancın
içindeki zıtlıklar, diyalektikler ve ince düşünceler Ben’i ortaya koyarken
diğer Ben’i de canlı tutar.
Hayatımıza baktığımızda
bir yanımız “Ben’imiz” ile savaşırken, diğer yanımız “diğer Ben’imiz” ile barış
halindedir. Diyalektik düşünme ya da dolayımlı düşünme hayata işlenmiştir. Her
canlı doğar ve ölür. Bir çiçek toprağa ekilir yeri gelir gözyaşlarımızla sulanır.
Ve gün gelir o çiçek sonbaharda yaprak döker. Çoğu insanın hayatımızdan yaprak
şeklinde döküldüğü gibi… Hayatımızın içinde daha doğru bir deyişle hayatın
diyalektiğinde acı da yer almaktadır. Acı içinde hazzı da barındırır. Haz
duygumuz haz aldığımız şey üzerinde fazla ise o fazla haz duygusu yerini acıya
bırakabilir…
Sonuç olarak
baktığımızda diyalektik düşünme ilkin Antik Yunan felsefesinde yer ediyordu.
Hegel’den hareketle Hegel’in diyalektiğine, sonu olan ve sonsuz olana bunun da
yanında varlık ile hiçliğin arasındaki dolayıma bakmış bulunduk.
Hegel’in gözünden,
Herakleitos’un fragmanlarında yer alan diyalektik düşünme kaçmamıştır. Hegel
sonlu olanı sonsuz olanı, doğanın ne olduğunu ve bireyi diyalektik düşünerek
felsefe yapmıştır. En doğru felsefenin de bu yoldan geçtiğini vurgulamıştır.
Hayatımızın
diyalektiğine gelince, bizler hayatın içinde gülmekten ağladığımız zamanlar da
olmuştur. Var olan olarak bizler hiç olmaktan korkuyoruz. Bunun sebebi ise var
olanlar olarak varlığın hiçlik olduğunu bilmiyoruz ve dolayısıyla diyalektik
düşünemeyip koca okyanus içinde boğuluyoruz. Belki de hayatta yer ile gök
arasında kendini kaybedip yok sanacaksın. Bu noktada usta şair Sezai Karakoç’un
dediği gibi: “Seni yok sayacaklar / Sen daha çok var olacaksın...”
KAYNAKÇA
·
Stefan Zweig, Satranç
·
Martin Heidegger, Metafizik Nedir?
·
G.W. F. Hegel, Mantık Bilimi, (Hegel
Eserlerinden Seçmeler/Çev. Nejat Bozkurt)
·
G. W. F. Hegel, Sistem Fragmanı, (Çev.
Doğan Göçmen)
·
G.W. F. Hegel, Felsefe Tarihi Seçmeleri,
(Hegel Eserlerinden Seçmeler/Çev. Nejat Bozkurt)
[1] G.W. F.
Hegel, Felsefe Tarihi Seçmeleri, (Hegel Eserlerinden Seçmeler/Çev. Nejat
Bozkurt, Ankara, 2014, s.267)
[2] G.W. F.
Hegel, Felsefe Tarihi Seçmeleri, (Hegel Eserlerinden Seçmeler/Çev. Nejat
Bozkurt, Ankara, 2014, s.268)
[3] G. W. F.
Hegel, Sistem Fragmanı, (Çev. Doğan Göçmen)
[4] G. W. F.
Hegel, Sistem Fragmanı, (Çev. Doğan Göçmen)
[5] Martin
Heidegger, Metafizik Nedir?, Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları, İstanbul, 2018
[6] G.W. F.
Hegel, Mantık Bilimi, (Hegel Eserlerinden Seçmeler/Çev. Nejat Bozkurt, Ankara,
2014, s.139)
[7] Stefan
Zweig, Satranç, (Çev. Ahmet Cemal), İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2019, s. 56
Harika 👏🏻
YanıtlaSilTeşekkürler
Sil