3 Mayıs 2020 Pazar

HEGEL’DE DİYALEKTİK DÜŞÜNME ÜZERİNE




“Diyalektik, nesnenin içkin biçimde düşünülmesidir.”[1]

Biz yeryüzünde var olan ve düşünen varlıklar olarak birçok kavramı ya da kimi zaman mecaz kimi zamansa gerçek anlamıyla kullanmaktayız. Günlük dilimizde kavramları oldukça basite indirgiyoruz ve diyalektik düşünceden kaçıyoruz. Diyalektik düşünce bir okyanus ise bu okyanusta karaya yüzemiyoruz.

Bazı kavramlara kendimiz anlamlar yüklemek yerine o kavramları olduğu gibi kullanıyoruz. Yeryüzü altındaki gökyüzünde kayboluyoruz. Makalemi kaleme almamdaki amacım diyalektik düşünmenin tarihteki yerini göstermek ve Hegel’de diyalektik düşünme ile birlikte bazı çağlardan hareketle diyalektiği ele alacağım. Şimdi diyalektik içindeki uzun yolculuğumuza kısaca başlayalım.

Diyalektiğin Doğuşu

Uzun yıllar önce diyalektik yaklaşımı Antik Yunan felsefesinde ya da başka bir deyişle Antik Yunan kıyılarında karşımıza çıkmaktaydı. Yunan kıyılarının açıklı koyulu maviliği bizlere diyalektik düşünceyi büyük düşünürler üzerinden göstermekteydi.

Diyalektik kavramı söz söylemek fiilinden gelen bir kavramdır. Antik Yunan felsefesine baktığımızda sadece Platon’da değil aynı zamanda Herakleitos’da ve hatta mitlerde Heseidos’ta bile görülür. Antik Yunan düşüncesi diyalektik kavramı üzerine kuruludur. Thales’de bir diyalektikçidir. “Bir’in kaynağı nedir?” diye sorduğunda “çokluğun birliği nedir?” diye düşünmektedir. Herakleitos’da her şeyin hareket olduğunu, bir nehirde iki defa yıkanılamayacağını, söylerken yine diyalektik yaklaşımla felsefe yolunda gitmektedir. Hegel, Felsefe Tarihi Dersleri adlı eserinde Herakleitos üzerine şöyle söyler: “Varlık ile var olmayanın doğruluğu bulunmayan soyutlamalar olduklarını ve ilk doğrunun yalnızca ve yalnızca –oluş- olduğunu görüp söylemiş olmak büyük önem taşır. Anlık bunların her birini doğru ve kendi kendinde geçerli olarak soyutlamaktadır. Buna karşılık akıl bilir ki birinin içinde onun kendi ‘başka’sı da içerilmiş bulunmaktadır ve böylece de bütünün, saltığın –oluş- olarak belirlenmesi gerekmektedir. Örneğin Aristoteles, Herakleitos’un bütünü ve bütün olmayanı (parçayı), birlikte gideni ve karşıtlaşanı, uzlaşanı ve çelişeni birbirine bağlayıp sardığını ve bütünü Bir ve Bir’i her şey haline getirdiğini söyler…”[2] Dolayısıyla buradan hareketle baktığımızda diyalektiği Hegel, Antik Yunan felsefesinde yakalamıştır.

Antik Yunan felsefesi diyalektikle beraber yan yana duran felsefedir. Hatta Antik Yunan felsefesi karalık bir gecede Ay ise diyalektik hemen yanında yıldızdır. Söz konusu olan diyalektik kavramı felsefeyi mümkün kılmıştır. Diyalektik kavramını felsefenin dışında tutmamak gerekir.

Hegel’de Diyalektik Düşünme

Hegel’e göre, bir diyaloğun ruhu diyalektiktir.[3] “Diya-” karşıt olan anlamına gelmektir. ‘Diyalog’ derken iki karşıt mantığın, iki karşıtın birbiri ile konuşmasıdır. Söz konusu olan karşıtlık düşmanlık anlamına gelmez. Birbirleri ile karşılıklı akıl yürütmeleri anlamına açık ve net bir şekilde gelmektedir.  Hegel, Antik Çağ’da evrensel diyalektiği Modern Çağ’da yeniden yaratır. Hegel’in diyalektiği bilinçli olarak kullandığı, bir çözümleme olarak kullandığı ilk metni 1800 yıllarında kaleme aldığı ve “Sistem Fragmanı” adlı metindir.

Hegel, “Birey kavramı nedir ve neyi kapsıyor?” diye sorar burada. Bireysellik kavramı ona göre, sonsuz çokluğun karşıtını kapsar ve bağıntısını kapsar.[4] Bir birey düşünelim ve birey kendini birey olarak kavradığı zaman karşıtında sayısız birey bulur. Yani sonsuz çokluktur. Aynı zamanda bu karşıtı olanlarda kendisi ile bağıntısı vardır. Karşıtlık ve bağıntılık beraber düşünülüyor. Karşıtları beraber düşünmenin felsefi olduğunu düşünüyor Hegel.

“Bir insan, bireysel bir yaşamdır. Eğer o var olan tüm elementlerden başkası ise...” Yani var olan diğer unsurlardan farklı ise insan bireysel bir yaşam olarak yer eder. Bireysel bir yaşam aslında sınırlı bir yaşamdır. Dolayısıyla her birey sınırda yaşamdırlar. Sınırlı yaşayanlar olarak sonsuzdurlar. Hegel bu noktada sınırlı olan ile sınırsız olanın karşıtlığını ortaya koyar.  Yani, insan bireysel yaşamdır ama onu karşısında bireysel yaşamların sonsuzluğu vardır. Bireysel bir yaşam, sonlu bireysel yaşamdan meydana gelmiştir. Bizdeki yaşam sonlu yaşamdır. İnsan bireyinin bireysel yaşam tikel olmakta dolayı, insanlığa ait olmamızdan dolayı aynı zamanda bireysel insan olarak sınırlı yaşamımız bireysel sonsuz yaşam anlamına gelir. Hegel böylece karşıt olanlarla çalışır.

Hegel’in aynı metinden devam edersek: “Bir yaşamı parçalanmamış düşününce canlı olanı yaşamın kendisinin kendisini ortaya koyuşu olarak görebilmemiz mümkündür. Onun çokluğu aynı zamanda bölünmemiş parçalanmamış yaşamı sonsuzluk olarak kavramamız gerekiyor.” Öyle ki Hegel’e göre: “Bireysel bir yaşamı aldığımızda onun karşısına çokluğu koyduğumuz zaman her bir bireyin kendisinden hareketle nasıl kavramamız gerekir?” diye sorar. Bireyler arasındaki ilişkiyi biz sonsuz ilişki olarak kavrayacağız. Varlıkta var olan her şey dolaylıdır. Hegel’e göre sonsuz karşıtlıklar sonsuz ilişkilerdir, dolayımlardır. Sonsuz çokluğun, örgütlülüğün ve bireyin birlik olarak alınması gerekir. Yani bütünü örgütlü ayrı olan ve örgütlü birlik olan olarak almamız gerekir. Doğa, örgütlü ayrı olanların ve örgütlü birlik olanların bütünüdür.

Hegel’e göre diyalektik, ontolojik olarak temellendirilmiştir. Bilindiği üzere varlık varsa hiçlikte vardır. Var olan bir şey hiç’ten ayrı düşünülemez. Martin Heidegger, Metafizik Nedir? adlı eserinde şöyle der: “Varlık varsa hiçlik zorunlu olarak vardır ve var olan hiçme’yi de barındırır.”[5]  Hegel, diyalektik ile toplum üzerine felsefe yaptığını vurgular. Bireyin toplum içindeki ilişkisine bakınca diyalektik kavramı temel alarak toplum üzerine kafasını yorar. Diyalektik kavramı ile doğa üzerine, toplum üzerine ve akıl üzerine kuram yürütüldüğünü ifade eder.

“Doğa yaşamın bir ortaya konuşudur. Çünkü yaşama refleksiyon yani dolayım dolayısıyla ilişki yani bağıntı ve ayrılık olanı, kendi başına durabileni ve genel olabileni ortaya çıkartır.” der Hegel. Bu şekilde ontolojik kuruluş doğayı yaratmıştır. O halde doğa ayrı olanın birliği, sınırlı olanın sınırsızlığı ve tekilin genelidir. Sınırlı olan hangi bakımdan sınırsızdır, ayrı olan hangi bakımdan birleşiktir diye sormamız gerekir. Yaşam o zaman nedir? Canlı olanların sonsuzluğu olarak yaşam, bir sonsuz olan sonlu olandır ve sonlu olan ile sonsuz olanın bu birliğidir.

Hegel, sonlu ve sonsuz hakkında Mantık Bilimi eserinde şöyle yazmıştır: “Şeylerin sonlu olduklarını söylediğimiz zaman bununla, onların yalnız bir belirlenime sahip olduklarını, yalnız sınırlı olduklarım değil, -çünkü bu bakımdan onlar sınırlarının dışında belirlenmiş bir varlığa gene sahiptirler- ama aynı zamanda ve daha çok yokluğun, hiçliğin onların yapısını, varlığını oluşturduğunu söylemek istiyoruz… Sonlu yalnız genelde herhangi bir şeymiş gibi değişmekle kalmaz, üstelik kaybolur. Onun kaybolması yalnızca olanaklı değildir; sonlu şeyin varlığı, kendi içsel varlığı olarak kaybolmanın tohumunu taşımak demektir. Onun doğum saati aynı zamanda ölüm saatidir.”[6] Böylece aslında Hegel, sonsuza varlık yüklenmekte ve sonlu ise sonsuzun olumsuzu olarak onun karşısında tutulması gerektiğini ifade eder.

Hegel’in diyalektik felsefesinde sonlu-sonsuz olan arasındaki diyalektikten sonra varlığın ve var olmayanın arasındaki diyalektiğe bakmak yerinde olacaktır. Konumuz her ne kadar bir okyanus derinliği kadar derin olsa da düşünce kulaçları atarak karaya ulaşmamız mümkün olacaktır.

Varlık başka belirlenimi olmayan varlıktır. Ben, farksız belirsizlikten farka geçiştir. O halde Hegel’e göre “ben” , belirliliğe geçiştir. Biz dünyaya gelince farksız belirsizlikten oluşuyoruz. Belirlenmemiş varlık kendisiyle özdeştir. Bizde hiçbir belirlenim yoktur. İnsandan başka bir şey değiliz. Ben öğretmenim, ben şairim dediğim zaman. Ben kendimi farksız belirsizlikten kendimi çıkarmış oluyorum. Kendime belirlilik kazandırıyorum. Belirlenmemiş varlık kendisiyle özdeştir. Gökyüzünde yıldızlar nasıl göze görünüyorsa Hegel felsefesinde de tüm parlaklığıyla varlık hiçlik olarak görünmektedir. Ayrıca varlık hiçlikten ne az ne de çok bir şeydir…


Varlıkla hiçliğin birliğini “oluş” olarak tanımlar. Bu tanım, Mantık Bilimi’nde görülür. Salt varlıkla salt hiçlik aynı şeye tekabül eder. Doğruluk ya da hakikat olan, ne varlıktır ne de hiçliktir. Varlığın hiçliğe, hiçliğin varlığa geçip onda erimesi demektir.

Hayatın Diyalektiği

Hayatın içine baktığımızda birçok zıtlıklar görmüyor muyuz? Yeri geliyor siyah, karanlık gecelerimize beyaz bir gün ışığı arıyoruz. Aklımıza birkaç dize düşüyor ve siyah renge boyanmış umutlarla beyaz sayfalara geçiyoruz. Diyalektik söz konusu olduğunda ya da diyalektik düşünmeye baktığımızda Hegel’in de bildiği Adam Smith’in Ahlaki Duygular Kuramı eserine işaret etmek istiyorum.

Adam Smith için insan, kendisini diğeri ile paylaşmak, kendisini diğerinde inşa etmek ister. Diğerinin kendisi de bizi inşa etmesine izin verirse mutlu oluruz. Bunu şöyle hayal edebiliriz: Rengi meşe gövdesine benzeyen, sağ ayağı hafif sallanan ve üzerinde yaralarımız kadar derin çizikler taşıyan bir masanın başındayız. Önümüzde siyah-beyaz satranç tahtası duruyor. Ben kendi benliğim dışında diğer beni karşımda rakibim olarak inşa ederim. Stefan Zweig bu durumu Satranç adlı eserinde şu şekilde ifade ediyor: “İki Ben’imden her biri, yani Siyah Ben ve Beyaz Ben birbirleriyle rekabet etmek zorundaydılar ve her biri kendi adına galip gelmek, kazanmak için kendini bir tutkuya, sabırsızlığa kaptırıyordu…”[7] O Ben’in yaptığı hamlelere ya da ataklara sahip olmak isterim ve böylece diğer beni mat edersem ruhen ve zihnen mutlu olurum. 

Adam Smith’in ustalıkla kurduğu diyalektik düşüncesiyle ‘Ahlaki Duygular Kuramı’ adlı eserinde şu üçlü kurgu ortaya çıkar: Diğer ben, Üçüncü ben / vicdan / insanlık ve Ben.
Diğerinin dolayımı ile düşünme ve kendimizi diyalektik şekilde inşa etmek bu şekildedir. Satrancın içindeki zıtlıklar, diyalektikler ve ince düşünceler Ben’i ortaya koyarken diğer Ben’i de canlı tutar.
Hayatımıza baktığımızda bir yanımız “Ben’imiz” ile savaşırken, diğer yanımız “diğer Ben’imiz” ile barış halindedir. Diyalektik düşünme ya da dolayımlı düşünme hayata işlenmiştir. Her canlı doğar ve ölür. Bir çiçek toprağa ekilir yeri gelir gözyaşlarımızla sulanır. Ve gün gelir o çiçek sonbaharda yaprak döker. Çoğu insanın hayatımızdan yaprak şeklinde döküldüğü gibi… Hayatımızın içinde daha doğru bir deyişle hayatın diyalektiğinde acı da yer almaktadır. Acı içinde hazzı da barındırır. Haz duygumuz haz aldığımız şey üzerinde fazla ise o fazla haz duygusu yerini acıya bırakabilir…

Sonuç olarak baktığımızda diyalektik düşünme ilkin Antik Yunan felsefesinde yer ediyordu. Hegel’den hareketle Hegel’in diyalektiğine, sonu olan ve sonsuz olana bunun da yanında varlık ile hiçliğin arasındaki dolayıma bakmış bulunduk.

Hegel’in gözünden, Herakleitos’un fragmanlarında yer alan diyalektik düşünme kaçmamıştır. Hegel sonlu olanı sonsuz olanı, doğanın ne olduğunu ve bireyi diyalektik düşünerek felsefe yapmıştır. En doğru felsefenin de bu yoldan geçtiğini vurgulamıştır.

Hayatımızın diyalektiğine gelince, bizler hayatın içinde gülmekten ağladığımız zamanlar da olmuştur. Var olan olarak bizler hiç olmaktan korkuyoruz. Bunun sebebi ise var olanlar olarak varlığın hiçlik olduğunu bilmiyoruz ve dolayısıyla diyalektik düşünemeyip koca okyanus içinde boğuluyoruz. Belki de hayatta yer ile gök arasında kendini kaybedip yok sanacaksın. Bu noktada usta şair Sezai Karakoç’un dediği gibi: “Seni yok sayacaklar / Sen daha çok var olacaksın...”




KAYNAKÇA

·         Stefan Zweig, Satranç
·         Martin Heidegger, Metafizik Nedir?
·         G.W. F. Hegel, Mantık Bilimi, (Hegel Eserlerinden Seçmeler/Çev. Nejat Bozkurt)
·         G. W. F. Hegel, Sistem Fragmanı, (Çev. Doğan Göçmen)
·         G.W. F. Hegel, Felsefe Tarihi Seçmeleri, (Hegel Eserlerinden Seçmeler/Çev. Nejat Bozkurt)







[1] G.W. F. Hegel, Felsefe Tarihi Seçmeleri, (Hegel Eserlerinden Seçmeler/Çev. Nejat Bozkurt, Ankara, 2014, s.267)
[2] G.W. F. Hegel, Felsefe Tarihi Seçmeleri, (Hegel Eserlerinden Seçmeler/Çev. Nejat Bozkurt, Ankara, 2014, s.268)
[3] G. W. F. Hegel, Sistem Fragmanı, (Çev. Doğan Göçmen)
[4] G. W. F. Hegel, Sistem Fragmanı, (Çev. Doğan Göçmen)
[5] Martin Heidegger, Metafizik Nedir?, Türkiye Felsefe Kurumu Yayınları, İstanbul, 2018
[6] G.W. F. Hegel, Mantık Bilimi, (Hegel Eserlerinden Seçmeler/Çev. Nejat Bozkurt, Ankara, 2014, s.139)
[7] Stefan Zweig, Satranç, (Çev. Ahmet Cemal), İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2019, s. 56

2 yorum:

WITTGENSTEIN FELSEFESİNDE DİL VE DÜNYA İLİŞKİSİ

  "Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarını imler." Wittgenstein Ludwig Wittgenstein’ın, dil felsefesi bağlamındaki görüşlerine biz...