Sanatın ne anlam ifade
ettiği Antik Yunan felsefesinden günümüze kadar tartışılagelmektedir. Sanat
‘güzel’ ile ilişkili midir? Yoksa muzu duvara asıp bir sanat yaptığımızı
söyleyebilir miyiz? Modern dönemde bu konu üzerine birden fazla tartışma gözler
önünde belirir.
Bilindiği üzere sadece
görsel sanatlar çerçevesinde bir sanat tartışması yer almaz. Günümüz
edebiyatına baktığımızda da “Sanat, sanat içindir.” veya “Sanat, toplum içindir.”
gibi tartışmalar da yer almaktadır.
Makalemi kaleme
almamdaki asıl amaç sanatın Antik Yunan felsefesinde nasıl yer ettiğine ve
modern dönemde sanatın nasıl yeri olduğuna bakmak ve açıklamaya çalışmaktır.
Şimdi, bir yağlı boya çalışması yapan ressam nasıl ki fırçasını tuval üzerinde
kaydırıyorsa ben de sanat üzerine kelimelerimi bu sayfalar üzerinde kaydırmaya
başlayacağım…
Nedir
Sanat?
Sanatı açık maviye
çalan gökyüzü ile koyu maviye çalan bir denizin kesiştiği noktaya benzetirim.
Bir başka deyiş ile sanat, denizin biraz üstünde ve gökyüzünün biraz altında
yer alır. Söz konusu sanatın bu yeri ufuk çizgisine tekabül eder. Dolayısıyla
sanatı ufuk çizgisine benzetiyor olmam onun sonsuzluğuna ve sınırsızlığına
işaret etmektedir.
Bilim, tarih, din, bilgi
gibi alanların felsefesi olduğu gibi elbette sanatın da felsefesi vardır.
Sanatın felsefesinden önce sanatın ne olduğuna bakmak yarar sağlayacaktır.
Sanat, [lng. art; Fr. art; Alm. kunst.] birden fazla anlama gelmektedir. İlk anlamlarından bir
tanesi bir etkinliğin gerçekleştirilmesi veya belli bir işin yapılmasıyla
ilgili yöntem, bilgi ve kuralların tümüdür. Başka bir tanımında ise işi belli
bir estetik duyguyu yansıtacak bir biçimde gerçekleştirme tarzıdır. Doğada
olmayan bir şeyi yaratma amacına yönelmiş rasyonel faaliyettir.
Yukarıda sözünü ettiğim
yaratma amacını sayfalarımızın ilerleyen kısımlarında daha geniş ve
derinlemesine ele alacağız. Şimdi sanatın tanımından sonra sanat felsefesine
bakmak yerinde olacaktır. Söz konusu olan sanat felsefesi [lng. philosophy of art; Fr. philosophie dé l’art; Alm. kunstphilosophie.] ya da bir başka
deyişle estetik; sanatla, güzelle
ilgilenen felsefe dalıdır. Sadece sanat eseriyle bağlantılı olarak çıkan
problemleri ele almaktadır. Sanatın farklı kültürlerdeki yerini ve insan için
sanatın taşıdığı anlamı araştırır. Ayrıca duygu ve beğeni yargısı olarak da
geçen estetik, duyusal ve duygusal değerleri de inceler.
Bir sanatçı sanat
eserini ortaya koyarken mutlaka bir çerçeve oluşturur. Bu noktada sanatın
bileşenleri doğmaktadır. Öyle ki bu bileşenler sanatçı, nesne ve nesneden
etkilenenlerdir. Elbette estetiğin kendi içinde taklit, temsil, dışavurum,
biçimci kuram ile içerik ve estetik deneyim kuramları vardır.
Fakat bir yere kadar gelen bu kuramlar, herhangi bir şairin yarım kalan dizesi
gibi eksik kalmıştır.
Bu kuramlardan kısaca
bahsedecek olursak ilk olarak taklit kuramı ya da diğer adıyla yansıtma kuramı
yer alır. Taklit kuramı temel olarak bir şeyin sanat eseri olabilmesi için
başka bir şeyi taklit etmesi gerektiğini söyler. Bu kuram en zayıf kuramdır.
Birçok eleştiri almıştır. Her ne kadar bazı hayvan seslerinin taklitlerine
dayanan birkaç müzik eseri varsa da bunlar müzik sanatı içinde çok küçük
yerlere sahiptir.
Diğer bir kuram ise
temsil kuramıdır. Bu kuram taklit kuramının eksiklerini kapatmak amacıyla
ortaya çıkar. Sanat eserinin bir şeyleri temsil etmesi gerektiğini söyler. Bu
kuramın odak noktası ise ortaya koyduğu şeyi temsil ediyor olmasıdır. Taklit
kuramı gibi bu kuram da birçok eleştiri almıştır.
Dışavurum kuramına
baktığımızda ise bu kuram sanat eseri ile sanatçıya odaklanır. Örneğin, E. Munch’un “Çığlık” adlı tablosu bu kurama
örnektir. Munch, doğanın çığlığını duyduğunu ve bu durumda hissettiği dehşeti
ve kaygıyı resmeder.
Biçimci kuram ve
içerikte ise sanatın ayırt edici özelliği içerik değil biçimdir. Örneğin,
“İsa’nın Dirilişi” adlı eserde “İsa o şekilde mi dirildi, yoksa ressam çizerken
aşırı dinci tutum mu izledi?” gibi şeylere bakılmaz. Aksine, tekniğe ve olayın
nasıl resmedildiğine, biçimine bakılır. Biçimci kuram da diğer kuramlar gibi
eleştiri almıştır. Bu eleştirilerden biri şudur: Her şeyin biçimi vardır.
Bardağın da biçimi vardır. O halde o da sanat eseri midir?
Son olarak estetik deneyim kuramına bakıldığında
odak noktası sanat eserine bakan kişi, yani öznedir. Bizde estetik haz ve
deneyim uyandıran kişi sanatçıdır. Bu kuramı Kant’ın üçüncü kritiğinde bulmak
mümkündür.
Sanat nasıl tanımlanır? Sanat eseri neye denir? Bir
sanat eserini güzel veya çirkin kılan şey nedir? İşte sanat felsefesi bu
sorularla düşünce savaşı verir ve kesin olarak bir noktada savaşı kazandığını
söyleyemeyiz. Çünkü sanatın hala tanımlanamadığı noktada yer almaktayız.
Sanatta “Güzel sanat
varsa çirkin sanatta vardır.” gibisinden bir çıkarım yapılabilir mi? Bu sorunun
da üstünde sisli bulutlar bulunur. Çünkü bu soru üzerine kesin yargıya
varılamaz. O halde bu noktada da “Sanat ve sanatı ‘güzel’’ kılan şey ‘öznellik’
midir?” sorusunu sormak yerinde olacaktır.
İşte şu anda sanatın
ne’liği üzerine bir tartışmanın içinde kendimizi bulmuş oluyoruz. Makaleyi
okurken sanatın derinliği içinde kaybolup tekrar aydınlığa çıkmamızı ümit
ediyorum… Sanatta yer eden öznellik bakış açısına baktığımız zaman 19. yüzyılın
büyük ve usta filozofu Kant (1724- 1804) Yargı Yetisinin Eleştirisi adlı eserinde ‘beğeni
yargısından’ söz eder ve sanatı evrensel olarak tanımlar. Dolayısıyla sanatta
yer alan öznellik bir toz gibi kaybolur.
Bir başka pencereden bakıldığında ise
güzelin matematiksel olduğu, buna bağlı olarak da sanatın matematiksel bir
özellik taşıdığı için nesnel olduğu anlayışı vardır. Bu anlayış Antik Yunan
dünyasının Pythagorasçı estetik anlayışına kadar dayanır. Böylece Antikçağdan
sonraki modern çağa kadar hala sanatın ne olduğu üzerine genişçe düşünme eylemi
yer alır.
Antik
Yunan ve Sanat
Antik Yunan felsefesinde
sanatın yeri oldukça geniştir. Sanat sadece güzellik anlamı barındırmaz Yunan
dünyasında. Sanatın büyük bir uzmanlık alanı gerektirdiğini düşünürler. Bundan
dolayıdır ki Platon sanat kavramını geniş tutar ve belli başlı eserlerinde
doktorun da balık avcısının da bir sanatı olduğunu Sofist, Devlet gibi eserlerinde vurgular. En nihayetinde onların
yaptıkları işte de bir uzmanlık alanı söz konusudur.
Platon’un gençlik dönemi eserlerinden biri olan İon adlı eseri de sanatın ne olduğuna,
nasıl yer ettiğine dair büyük önem taşır. Platon sanatın bilgi ile ilişkisine
bakarak sanatı yargılar. Sanatın epistemolojik statüsü ile ilgilenir.
Sanatçı, belirli konuları belirli biçim kullanarak
işler. Sokrates, eserde rhapsod İon’un bir sanatı olmadığını, onda sadece
Tanrısal esin olduğunu ifade eder. İon’un etkileyici olmasının nedeni tam
olarak buna bağlanır.
Sokrates, İon’un
Homeros konusunda daha iyi konuşmasını sağlayan şeyin şu olduğunu söyler: “Sanat değil, ilahi güç.”
Yani öyle ki İon’un Homeros hakkında daha iyi konuşmasını sağlayan şey ilahi
güce bağlanmıştır.
Platon, diyaloğunda
(Sokrates konuşur) şairi şöyle tanımlar: “Şairler
Tanrıların çevirmenleridir.”
Şairler, Tanrılar tarafından sürüklenirler. Devamında ise diyalog şöyle devam eder:
“…Tanrı, en kötü şairi alıp, ona kendi
ağzıyla en iyi şiiri söyletti.” Sokrates
burada yine sanatla değil, Tanrı’nın yardımıyla o güzel sözleri söylediklerini
vurgular.
Sokrates İon’a
bu noktada şunu sorar:
“Peki, siz rhapsodlar, şairlerin çevirmenleri değil
misiniz?
İon: Doğru söylüyorsun Sokrates.
Sokrates: O
halde sizler, çevirmenlerin çevirmenisiniz...”
İon, Homeros’un
şiirlerini okuyarak insanları etkileyebilir fakat bir sanatı yoktur. Sanatı
olmamasının sebebi uzmanlığı olmamasına bağlanır. Rhapsod’un ne olduğunu
Sokrates şöyle tanımlar: “Rhapsodlar,
aslında şairlerin düşüncelerinin tercümanıdır.” Diyalogda, rhapsod İon sadece
Homeros üzerine şiirlerde usta olduğunu söyler ve Sokrates bunu çürütür.
Diyalogda Platon sürekli olarak geleneği işin içine katmaktadır.
Sanat konusunu şiirden
yola çıkarak ele alan Platon, güzel kavramını Büyük Hippias adlı eserinde inceler. Şöyle ki önce güzeli tartışır, ardından
geleneğe bakarak “Homeros zamanında nasıldı?” diye inceler.
Antik Yunan’da güzel ve
iyi hep bir arada düşünülürdü. Sokrates’e göre ‘güzel olan’ değil, ‘güzel’
kavramının üzerinde durmak oldukça önem taşırdı. Söz konusu olan Büyük Hippias’da ‘güzel’ kavramı
tartışılır fakat bir sonuca varılamaz.
Diyalog sofist Hippias
ile Sokrates arasındadır. Platon’un diyalogları genelde çarşıda, pazarda yolda
geçenlerle karşılaşma şeklinde olur. Yoldan geçen kimseler Sokrates ile
karşılaşırlar ve diyalog başlar. Bu şekilde Platon yolda karşılaşmayı bilerek
kurgular. Dolayısıyla “Felsefe yolda olmaktır.” sözüne bu anlamda işaret
edilebilir. Felsefe hayatın içinde ve hayatı yönlendirendir.
Büyük
Hippias diyaloğunda Sokrates kendini gizler. Bir kişi var,
der. “Ve bu kişi güzelin ne olduğunu seninle öğrenmek ister. Ona neler söylemeliyim?
Bilgili bir kişi olarak güzelin ne olduğunu tanımlar mısın?” diye sorar
Hippias’a. Burada Hippias sanatın basit ve kolay bir şey olduğunu vurgular.
“Güzel nedir?”
tartışması başladığında Hippias’ın sürekli örnekler verdiğini, mesela bir
kadının güzel olduğunu, altın bir çömleğin güzel durduğunu ifade eder. Zira
Sokrates, böyle bir güzel anlayışını düşünmez. Diyalogda güzelin birden fazla
tanımı yapılır. Sokrates ‘güzel olanın’ değil, tersine ‘güzel’ kavramının ne
olduğuna bakmak gerektiğini vurgular ve şunu ifade eder: “Güzellik diye bir
kavram vardır ve bu kavrama katılan şey güzeldir…”
Dolayısıyla sanatın ve
güzelin Antik Yunan’dan itibaren derin bir şekilde ele alındığını görmüş
bulunduk. Günümüzde bile “Güzel nedir?” diye sorduğumuzda dalında açan, bir
kadının gözlerinin yeşiline benzeyen dalların ve güneş sarısına çalan papatya
yapraklarının güzel olduğunu söyleyenler mevcuttur. Bunu söyleyen kimseler
Sokrates karşısında yine güzel üzerine örnek verdiği için güzel olan ile
ilişkilendirilecektir.
Platon, Büyük Hippias diyaloğunun sonunda da
Sokrates’i konuşturur ve şunu vurgular: “ Ey Hippias! Atalarımız boşuna bu sözü
söylememiş değil mi? Güzel olan şeyler zor olandır…”
Modern
Dünya ve Sanat
Antik Yunan kıyılarının
derinliklerinden her ne kadar çıkmış olsak da şimdi modern dünyanın üzerinde
tekrar koca bir derinliğe gireceğiz. Bilindiği üzere modern düşünceyi ya da
aydınlanma çağını Descartes ile başlatabiliriz. Öyle ki Descartes “Düşünüyorum,
o halde varım.” ya da “Cogito, ergo sum.”
diyerek, düşündüğünü ve varlığını kesin olarak bildiğini bize gösterir.
Günümüz dünyasına
bakmadan önce 19. yüzyıl düşünürü Kant’ın sanat anlayışına baktığımızda ilk
başta da ifade ettiğim gibi Yargı
Yetisinin Eleştirisi’nde, estetik alanına ilişkin beğeni yargısını uygular.
Kant, güzelliğin
nesnede olduğu, sanat yapıtının doğaya gizlenmiş bir nesne olarak kabul eden
Rönesans anlayışına karşı çıkar. Çünkü Kant özneyi merkeze koyar. Bir başka
deyişle Kant’a göre güzellik öznededir.
Estetik deneyimde Aydınlanma’ya özgü bir dönüşüm vardır. Modern sanatın felsefi
temeli estetik deneyimi mümkün kılan düşünsel tutumdur. Modern estettik
deneyimde iki şey söz konusudur. Bunlardan biri incelmiş ve entelektüelleşmiş
zevk iken diğeri kayıtsız bir seyir idealidir.
Kant için sanat, sanki
bir oyun gibi, kendi için hoş olan bir uğraştır.
Yani sanat özgürdür. Bu özellik onu özgür kıldığı için Kant, ‘güzel sanatı’,
‘özgür sanat’ olarak adlandırır. Kant’a göre, güzel sanatların ayırt edici
özelliği, ‘özgür sanat’ olmasıdır. Ayrıca güzel sanat, ruhu düşüncelere uyumlu
hale getirir.
Kant’ın sanat ve
estetik üzerine anlayışına baktıktan sonra Kant’tan sonra gelen Alman
İdealizmi’nin üyelerinden Hegel’in sanat üzerine görüşlerine değinmek yerinde
olacaktır. Hegel’de estetik kavramının içine giren güzelliği Estetik Üzerine Dersler eserinde şöyle
tanımlanır: “Tinin dışlaşarak, nesnelleşerek duyular dünyasında görünüşe
çıkmasıdır.”
Bu düşünce, eserinin ilk bölümünü oluşturur. ‘Güzel’, idenin ya da Geist’ın duyusal bir
görüş kazanması olup bu ide soyut bir evrensellik olarak değil, kendi içinde soyutu bulunduran ve gerçeğin
somut bir idealitesi olarak duyusal alanda kendisini ortaya koyan canlı hakikat
ve yaşam olarak tüm canlıları etkileyip uyaran, onları harekete geçiren bir
–ide-dir.
Hegel’e göre güzellik,
hakiki gerçekliğini sanat alanında kazanır. Hegel için sanat doğanın taklidi
değildir. Kant gibi Hegel de özneye dönmüş olup sanatı özne üzerine yerleştirir
ve hatta sanat kaynağını duyusal formlarla, yani öznenin kendi kişisel duyusal
alanıyla kendine özgü bir uyum ve ruh kazandığı ideal bir dünyanın yaratısıdır.
Bir başka deyişle gerçeklikle ideal olan kendi içinde kaynaştırılır.
Hegel’in Kant’tan
aldığı felsefi düşünce kadar ondan ayrıldığı noktalar da vardır. Bu noktalardan
bir tanesinde Kant için güzel ve sanat hakkında bir bilim olamayıp sadece onlar
hakkında eleştiriler yapılabileceği düşüncesi yer alırken bir diğerinde Hegel
için sanatın, tinin en üstün formu olmaktan uzak bulunduğundan dolayı yetkinliğine
ancak bilim içinde kavuşacağı düşüncesi yer alır.
Hegel’in estetik
tanımına döndüğümüzde estetik, konu olarak güzelin geniş imparatorluğuna
sahiptir. Ayrıca bu bilime en iyi uyan ifadeyi kullanmak gerekirse sanat
felsefesi ya da güzel sanatlar felsefesi demek uygun düşer. En başta güzel ve
sanat hakkında veya sanatın ne’liği hakkında birçok konu tartışılmıştı, bazı
kuramlar yer almıştı. Dolayısıyla bu tartışmalar Hegel döneminde de devam
etmiştir. Sanatın bir görünüş mü yoksa bir yanılsama mı olduğu soruları
cevaplarını bulmak üzere kitaplara bir nakış gibi işlenmiştir.
Ayrıca ele alınan bir
başka soru ise “Sanat bir bilgi midir?” sorusudur. Bu soru Antik Yunan
felsefesinde Platon’un ilk başlarda sözünü ettiğim İon eserinde ele alınmaktadır. Bundan dolayıdır ki Platon sanata
bilgiyle yaklaşmaktadır. Hegel ise Antik Yunan düşüncesinden farkı olarak sanat
yapıtının kendisini dışsal bir nesne olarak görünüşe sunduğunu ve bunu aracısız
bir belirlenim ile kendisine rengini, biçimini, sesini veren duyusal
bireysellik ile olduğunu ifade etmiştir.
Sonuç olarak sanat
üzerine yolculuğumuza Antik Yunan düşüncesinden yola çıkmış bulunup 19. yüzyıl
düşünürlerinden Kant’ın yanına uğradık ve ardından Hegel’in estetik görüşlerine
değindik. Şimdi ise kısaca günümüzde sanatın yerine ve ne’liğine değinecek
olursak geçmişten bugüne kadar sanatın tanımının hala muallak içinde olduğu,
kesin bir tanımının yapılamadığı görülmektedir.
Günümüzde bir muzun duvara
asılıp sanat olduğunu da ifade edenler yer almaktadır. Sanat eğer böyle bir
şeyse o halde basitçe şeyler bile sanat olup onu yapanlara da sanatçı mı
denmelidir? Muzu duvara asmak mı sanat yoksa bu fikri ortaya koymak mı
sanattır? Yanımda Platon olsa muhtemelen bana şunları söylerdi:
“Ey yazar, bak başının üzerinde koca kainat!
Muzu duvara asmak değil, bir uzmanlıktır sanat…”
KAYNAKÇA
-
Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü
-
Hakkı Hünler, Estetiğin Kısa Tarihi
-
Platon, İon
-
Platon, Büyük Hippias
-
Descartes, Meditasyonlar
-
Kant, Yargı Yetisinin Eleştirisi
-
G. W. F. Hegel- Eserlerinden Seçmeler