“…Genel
olarak hayat bir şaşırtmaca, hayal kırıklığıdır...”[1]
Her ne kadar pozitif
düşünmeye çalışsak da ya da olumlu baksak da günümüzde yer alan büyük bir hayal
kırıklıkları ve karamsar hayatlar mevcuttur. Birçok kimse hayal kırıklığından
dolayı yaşamak yerine ölümü tercih etmektedir. Bildiğimiz üzere ölümü tercih
etmek intihardan başka bir şey değildir. Söz konusu kaleme aldığım bu makalede
kırılan hayaller ile birlikte kırılan kalplere ve karamsar hayatlara
değineceğim. Şimdi yerde bulunan hayal kırıklıklarına basmadan adımlar atmaya
başlayalım…
Kırılan Hayaller ve
Kanatan Parçalar
Hayalimizde yaşadığımız
olur çoğu zaman. Küçükken kurulan hayaller bile üzerimizde birçok iz taşır.
Hayaller gerçekleştiği takdirde insanın kendine güveni artar ve hayallerinin
peşinde sürekli koşmak ister. Koşarken önüne çıkan engellere takılır ve düşer.
Yara alır, kanatır ve kanadığıyla kalır…
Hayatın kendisinin ölüm
olduğunu unutmamak gerekir. Yaşam varsa ölüm kaçınılmazdır. Ayrıca Schopenhauer’a
göre hayat, ıstırap ve sefaletten oluşur.[2]
Istırap, hayatımızın ilk konusu olmalıdır ki varoluşumuz değer kazansın.
Sefalet için baktığımızda insan, günümüzde bile sefil bir halde yer etmektedir.
Hugo’nun Sefiller’ine işaret
ederekten Jean Valjean’ın elinden tutmak gerekir. Öyle ki bu eserde insanın
karanlık ve sefalet içindeki durumu Jean Valjean karakteri üzerinde olduğu gibi
betimlenir.
Arthur Schopenhauer, Hayatın Anlamı adlı eserinde hayatın en büyük
üç saadetini şöyle sıralar: Sağlık, gençlik ve özgürlük.[3]
Hayatın bu üç büyük saadetini birçok kimse fark etmez. Ne zaman ki insanlar bu
saadetlerini kaybederlerse işte o zaman çoğu şeyin farkına varıp değerini
anlarlar.
Schopenhauer’un
felsefesi, ölümünden sonra etkili olmuştur. Döneminin hayal kırıklıkları
Schoupenhauer’un karamsar dünya görüşünü anlamaya elverişli bir ortam yaratmış,
bundan sonra felsefesine karşı gittikçe artan bir ilgi uyanmıştır. Öyle ki
ölümünden sonraki yıllarda Schopenhauerculuk belli çevrelerde, özellikle
edebiyatçı çevrede etkili olmuştur.
Oğuz Atay, Tutunamayanlar adlı eserinde şöyle der:
“İnanarak dinlememizi güçleştiriyorlar. İnsan her sözü kuşkuyla karşılıyor
artık. Gerçekle düş birbirine karışıyor; yalanın nerede bittiğini
anlayamıyoruz. Tutunacak bir dalımız kalmıyor. Tutunamıyoruz.”[4]
Burada anlamsız bir dünyada insanın bir yıldız gibi kaydığını görüyoruz. İnsan
tutundu mu, tutunduğuna güvenir. Kimi zenginliğine, kimi yalnızlığına, kimi
sevgiye tutunur. Önemli olan bu anlamsız dünyada neye tutunduğumuzdur…
“İnsanın koca evrende
payına düşen şey nedir?” diye sorulduğunda Schopenhauer şöyle cevap verecektir:
“Şurası kesin ki bu dünyada neredeyse bütün insanların hayatları boyunca
paylarına düşen; iş-güç, tasa-kaygı, zahmet-meşakkat ve sıkıntıdır.”[5]
Karamsar Hayatlar ve
Karanlıklar
Aydınlanma döneminde ya
da akıl çağında merkezde olan -insan-dır. Aydınlanma, karanlığı
aydınlatacaktır. Aydınlanma varsa karanlık da vardır. Karanlık insanın içinde
bulunduğu durumdur. Burada söz konusu aydınlatılacak şey insandan başka bir şey
değildir.
Schopenhauer,
felsefesine Hegel’in tam karşıtı olarak girer. Ona göre dünya anlamlı bir dünya
değildir; bundan dolayı felsefeye düşen iş de, anlam yorumları olmayıp bu
anlamsız dünya içinde insanlığa bir şekilde yolunu buldurmaktır. İçinde anlam
bulunmayan dünya, bütünüyle kötüdür ve var olmamak yeğdir. Yani tıpkı
filizlenmiş bir çiçek gibi Schopenhauer’da karamsar dünya görüşünün var olduğu
gözler önünde belirir.
Schopenhauer için dünya
bir cehennemdir. Hatta, “Dünya bir cehennemden farksızdır ve onun içinde bir
taraftan insanlar, diğer taraftan iblisler azap ve işkence gören ruhlardır.”[6] der.
Bu noktada Schopenhauer’a hak vermek yerinde olacaktır. Günümüz dünyası mavi ve
yeşil bir gezegen olmaktan çıkıp kan kırmızı renge dönüşmüş durumdadır.
Günümüze bakınca cehennemden farksız olan dünyada; kadın ve çocuk istismarı ile
kadına ve çocuğa şiddette kan dökülmekte ve hayvanlara zulüm edilmektedir. İşte
bundan dolaydır ki böylesine kötü bir dünyada var olmamak yeridir…
İçinde bulunduğumuz bu
kötü dünya aslında günahlar dünyasıdır. Schopenhauer bunun tamamen farkındadır:
“Hiçbir şey şu genel hakikatten daha kesin değildir ki dünyanın her yerindeki büyük ıstırabı ve sefaleti doğuran şey dünyanın büyük günahıdır.”[7]
Söz konusu olan günahlar dünyası Ortaçağ’a kadar dayanır ve Âdem ile Havva’ya
işaret eder. Schopenhauer’a göre, bu günah sefalet ve acının kanıtı olmuş
durumdadır.
Tüm bunlara ek olarak
karamsar hayatta karanlıklar içinde kalmıştır insan… Koyuya çalan maviyi arar
gözleri, çekmek ister nefesiyle gökyüzünü içeri ve maviye boyamak ister
umutlarıyla içini… Fakat gelin görün ki günümüzde gökyüzü griye çalıyor,
şimşekler çakıyor. İnsanın içini umutsuzluk ve can sıkıntısı kaplıyor.
Karamsar hayatımıza
anlam yüklemek büyük anlamsızlık olur. Karamsar hayata tutunmaya çalışan
kimseler için intihar doğar. Çoğu dinde intihara kalkışmak yasaktır ve hoş
görülmez. İntihara kalkışan birine “Neden intihar ediyorsun?” diye sorulduğunda
–muhtemelen- “Ben öyle istiyorum, bu kendi kararım.” cevabı alınabilir.
Schopenhauer için ceza
kanunu intiharı yasaklasa bile bu kilise ya da din açısından geçerli bir
argüman olmaz. Ayrıca bu tamamen gülünç olur. Schopenhauer, “Zira ölümü seçen
birini hangi ceza yıldırabilir ki? İntihar etmeye çalıştığı için bir kimse
cezalandırılırsa, cezalandırılan şey onun beceriksizliğinden kaynaklanan
başarısızlıktır.”[8]
der.
Sonuç olarak Schopenhauer’a
göre, içimizde ve çevremizde oluşan yaşama istencini kesin olarak reddetmek
gerekir. Kırılan hayallerin ve karamsar hayatın içinde acıdan başka bir şey
yoktur. Hayatın kendisi veya Schopenhauer’un deyimi ile -istenç- ardı arkası
kesilmeyen acıdan ibarettir. Öyle ki isteğin olması acıyı beraberinde
getirmektedir.
Bir istek hiçbir zaman
tam ve sürekli olarak doyurulamaz; şöyle biraz doyurulunca hemen bir yenisi
ortada beliriverir ve bu böyle sonsuzluğa gider… Acının ne sonu ne de sınırı
vardır. Hayat, sefalet ile can sıkıntısı arasında mekik dokur. İsteklerin
yerine getirilmemiş olması sefaleti doğurur, yerine getirilir olması da
bunalıma düşürür. Yeri geliyor ne acılar çekiyor yüreğimiz… Tatlı dille acı
sözler söylüyoruz. İstek oldukça acıya sahip olacağız, bunu görmüyoruz ya da
göz ardı ediyoruz.
Bu sefalet dolu hayat
içinde yeri geliyor Sartre’ın Bulantı’sına
bulanıyoruz. Belki de Oğuz Atay gibi tutunamıyoruz…
KAYNAKÇA
·
Arthur Schopenhauer, Hayatın Anlamı
·
Arthur Schopenhauer, Parerga und Paralipomena
·
Oğuz Atay, Tutunamayanlar
[1] Arthur Schopenhauer, Hayatın Anlamı, Say Yayınları (Çev:
Ahmet Aydoğan), 2019, s.28
[2] Arthur Schopenhauer, Parerga und Paralipomena
[4] Oğuz Atay, Tutunamayanlar, İletişim Yayınları, İstanbul, 2018, s.254
[5] Arthur Schopenhauer, Hayatın Anlamı, Say Yayınları (Çev:
Ahmet Aydoğan), 2019, s.17
6 Arthur Schopenhauer, Hayatın Anlamı, Say Yayınları (Çev:
Ahmet Aydoğan), 2019, s.29
7 Arthur Schopenhauer, Hayatın Anlamı, Say Yayınları (Çev:
Ahmet Aydoğan), 2019, s.32
[8] Arthur Schopenhauer, Hayatın Anlamı, Say Yayınları (Çev:
Ahmet Aydoğan), 2019, s.7
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder