16 Nisan 2020 Perşembe

KIRILAN HAYALLER VE KARAMSAR HAYATLAR ÜZERİNE





“…Genel olarak hayat bir şaşırtmaca, hayal kırıklığıdır...”[1]

Her ne kadar pozitif düşünmeye çalışsak da ya da olumlu baksak da günümüzde yer alan büyük bir hayal kırıklıkları ve karamsar hayatlar mevcuttur. Birçok kimse hayal kırıklığından dolayı yaşamak yerine ölümü tercih etmektedir. Bildiğimiz üzere ölümü tercih etmek intihardan başka bir şey değildir. Söz konusu kaleme aldığım bu makalede kırılan hayaller ile birlikte kırılan kalplere ve karamsar hayatlara değineceğim. Şimdi yerde bulunan hayal kırıklıklarına basmadan adımlar atmaya başlayalım…

Kırılan Hayaller ve Kanatan Parçalar

Hayalimizde yaşadığımız olur çoğu zaman. Küçükken kurulan hayaller bile üzerimizde birçok iz taşır. Hayaller gerçekleştiği takdirde insanın kendine güveni artar ve hayallerinin peşinde sürekli koşmak ister. Koşarken önüne çıkan engellere takılır ve düşer. Yara alır, kanatır ve kanadığıyla kalır…

Hayatın kendisinin ölüm olduğunu unutmamak gerekir. Yaşam varsa ölüm kaçınılmazdır. Ayrıca Schopenhauer’a göre hayat, ıstırap ve sefaletten oluşur.[2] Istırap, hayatımızın ilk konusu olmalıdır ki varoluşumuz değer kazansın. Sefalet için baktığımızda insan, günümüzde bile sefil bir halde yer etmektedir. Hugo’nun Sefiller’ine işaret ederekten Jean Valjean’ın elinden tutmak gerekir. Öyle ki bu eserde insanın karanlık ve sefalet içindeki durumu Jean Valjean karakteri üzerinde olduğu gibi betimlenir.

Arthur Schopenhauer, Hayatın Anlamı adlı eserinde hayatın en büyük üç saadetini şöyle sıralar: Sağlık, gençlik ve özgürlük.[3] Hayatın bu üç büyük saadetini birçok kimse fark etmez. Ne zaman ki insanlar bu saadetlerini kaybederlerse işte o zaman çoğu şeyin farkına varıp değerini anlarlar.

Schopenhauer’un felsefesi, ölümünden sonra etkili olmuştur. Döneminin hayal kırıklıkları Schoupenhauer’un karamsar dünya görüşünü anlamaya elverişli bir ortam yaratmış, bundan sonra felsefesine karşı gittikçe artan bir ilgi uyanmıştır. Öyle ki ölümünden sonraki yıllarda Schopenhauerculuk belli çevrelerde, özellikle edebiyatçı çevrede etkili olmuştur.

Oğuz Atay, Tutunamayanlar adlı eserinde şöyle der: “İnanarak dinlememizi güçleştiriyorlar. İnsan her sözü kuşkuyla karşılıyor artık. Gerçekle düş birbirine karışıyor; yalanın nerede bittiğini anlayamıyoruz. Tutunacak bir dalımız kalmıyor. Tutunamıyoruz.”[4] Burada anlamsız bir dünyada insanın bir yıldız gibi kaydığını görüyoruz. İnsan tutundu mu, tutunduğuna güvenir. Kimi zenginliğine, kimi yalnızlığına, kimi sevgiye tutunur. Önemli olan bu anlamsız dünyada neye tutunduğumuzdur…

“İnsanın koca evrende payına düşen şey nedir?” diye sorulduğunda Schopenhauer şöyle cevap verecektir: “Şurası kesin ki bu dünyada neredeyse bütün insanların hayatları boyunca paylarına düşen; iş-güç, tasa-kaygı, zahmet-meşakkat ve sıkıntıdır.”[5]

Karamsar Hayatlar ve Karanlıklar

Aydınlanma döneminde ya da akıl çağında merkezde olan -insan-dır. Aydınlanma, karanlığı aydınlatacaktır. Aydınlanma varsa karanlık da vardır. Karanlık insanın içinde bulunduğu durumdur. Burada söz konusu aydınlatılacak şey insandan başka bir şey değildir.

Schopenhauer, felsefesine Hegel’in tam karşıtı olarak girer. Ona göre dünya anlamlı bir dünya değildir; bundan dolayı felsefeye düşen iş de, anlam yorumları olmayıp bu anlamsız dünya içinde insanlığa bir şekilde yolunu buldurmaktır. İçinde anlam bulunmayan dünya, bütünüyle kötüdür ve var olmamak yeğdir. Yani tıpkı filizlenmiş bir çiçek gibi Schopenhauer’da karamsar dünya görüşünün var olduğu gözler önünde belirir.

Schopenhauer için dünya bir cehennemdir. Hatta, “Dünya bir cehennemden farksızdır ve onun içinde bir taraftan insanlar, diğer taraftan iblisler azap ve işkence gören ruhlardır.”[6] der. Bu noktada Schopenhauer’a hak vermek yerinde olacaktır. Günümüz dünyası mavi ve yeşil bir gezegen olmaktan çıkıp kan kırmızı renge dönüşmüş durumdadır. Günümüze bakınca cehennemden farksız olan dünyada; kadın ve çocuk istismarı ile kadına ve çocuğa şiddette kan dökülmekte ve hayvanlara zulüm edilmektedir. İşte bundan dolaydır ki böylesine kötü bir dünyada var olmamak yeridir…

İçinde bulunduğumuz bu kötü dünya aslında günahlar dünyasıdır. Schopenhauer bunun tamamen farkındadır: “Hiçbir şey şu genel hakikatten daha kesin değildir ki dünyanın her yerindeki büyük ıstırabı ve sefaleti doğuran şey dünyanın büyük günahıdır.”[7] Söz konusu olan günahlar dünyası Ortaçağ’a kadar dayanır ve Âdem ile Havva’ya işaret eder. Schopenhauer’a göre, bu günah sefalet ve acının kanıtı olmuş durumdadır.  

Tüm bunlara ek olarak karamsar hayatta karanlıklar içinde kalmıştır insan… Koyuya çalan maviyi arar gözleri, çekmek ister nefesiyle gökyüzünü içeri ve maviye boyamak ister umutlarıyla içini… Fakat gelin görün ki günümüzde gökyüzü griye çalıyor, şimşekler çakıyor. İnsanın içini umutsuzluk ve can sıkıntısı kaplıyor.

Karamsar hayatımıza anlam yüklemek büyük anlamsızlık olur. Karamsar hayata tutunmaya çalışan kimseler için intihar doğar. Çoğu dinde intihara kalkışmak yasaktır ve hoş görülmez. İntihara kalkışan birine “Neden intihar ediyorsun?” diye sorulduğunda –muhtemelen- “Ben öyle istiyorum, bu kendi kararım.” cevabı alınabilir.

Schopenhauer için ceza kanunu intiharı yasaklasa bile bu kilise ya da din açısından geçerli bir argüman olmaz. Ayrıca bu tamamen gülünç olur. Schopenhauer, “Zira ölümü seçen birini hangi ceza yıldırabilir ki? İntihar etmeye çalıştığı için bir kimse cezalandırılırsa, cezalandırılan şey onun beceriksizliğinden kaynaklanan başarısızlıktır.”[8] der.

Sonuç olarak Schopenhauer’a göre, içimizde ve çevremizde oluşan yaşama istencini kesin olarak reddetmek gerekir. Kırılan hayallerin ve karamsar hayatın içinde acıdan başka bir şey yoktur. Hayatın kendisi veya Schopenhauer’un deyimi ile -istenç- ardı arkası kesilmeyen acıdan ibarettir. Öyle ki isteğin olması acıyı beraberinde getirmektedir.

Bir istek hiçbir zaman tam ve sürekli olarak doyurulamaz; şöyle biraz doyurulunca hemen bir yenisi ortada beliriverir ve bu böyle sonsuzluğa gider… Acının ne sonu ne de sınırı vardır. Hayat, sefalet ile can sıkıntısı arasında mekik dokur. İsteklerin yerine getirilmemiş olması sefaleti doğurur, yerine getirilir olması da bunalıma düşürür. Yeri geliyor ne acılar çekiyor yüreğimiz… Tatlı dille acı sözler söylüyoruz. İstek oldukça acıya sahip olacağız, bunu görmüyoruz ya da göz ardı ediyoruz.

Bu sefalet dolu hayat içinde yeri geliyor Sartre’ın Bulantı’sına bulanıyoruz. Belki de Oğuz Atay gibi tutunamıyoruz…








KAYNAKÇA
·         Arthur Schopenhauer, Hayatın Anlamı
·         Arthur Schopenhauer, Parerga und Paralipomena
·         Oğuz Atay, Tutunamayanlar






[1] Arthur Schopenhauer, Hayatın Anlamı, Say Yayınları (Çev: Ahmet Aydoğan), 2019, s.28
[2] Arthur Schopenhauer, Parerga und Paralipomena
[3] Arthur Schopenhauer, Hayatın Anlamı, Say Yayınları (Çev: Ahmet Aydoğan), 2019, s.14
[4] Oğuz Atay, Tutunamayanlar, İletişim Yayınları, İstanbul, 2018, s.254
[5] Arthur Schopenhauer, Hayatın Anlamı, Say Yayınları (Çev: Ahmet Aydoğan), 2019, s.17
6 Arthur Schopenhauer, Hayatın Anlamı, Say Yayınları (Çev: Ahmet Aydoğan), 2019, s.29
7 Arthur Schopenhauer, Hayatın Anlamı, Say Yayınları (Çev: Ahmet Aydoğan), 2019, s.32         
[8] Arthur Schopenhauer, Hayatın Anlamı, Say Yayınları (Çev: Ahmet Aydoğan), 2019, s.7

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

WITTGENSTEIN FELSEFESİNDE DİL VE DÜNYA İLİŞKİSİ

  "Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarını imler." Wittgenstein Ludwig Wittgenstein’ın, dil felsefesi bağlamındaki görüşlerine biz...