Günümüzde her şey
cesaretten geçmektedir. Cesaret hayata işlemiştir. Hatta sözü edilen cesaret bu
yüzyılın baş belasıdır. Cesaret bir kadın üzerinde ya da bir hayvanın üzerinde
gösterilmez. Fakat gelin görün ki günümüzde kadın cinayetlerinde, kadın şiddetinde,
hayvanları yok etmede bir numarayız. Kendilerini cesur sanan bu insanlar aslında
çağımızın en büyük korkaklardır. Çünkü güçleri sadece kadına ya da hayvana
yetmektedir. Asıl cesaret güçte değil, akılda yer alır. Bu aklı kullanma
cesaretini Aydınlanmacı filozof Kant ile ele alacağım. Bunların öncesinde cesaretin
ne olduğuna ve Antikçağ’da cesaretin nasıl bir erdem olduğuna değineceğim…
Sokrates’in Cesareti
Böylesine derin bir
konuda boğulmamak için cesaret kavramına gitmek gereklidir. Cesaret; [İng. courage]
korkuyu, tehlikeyi, acıyı vs. metanet ve tevekkülle karşılayabilme gücü ya da
yeteneğidir.[1]
Cesaret kesinlikle bir şeyi delicesine yapmak, yani başka bir deyişle kendini
tehlikeye atmak değildir. Söz konusu cesaret, korkunun bilgece yönetilmesidir.
İki ayrı cesaret
türünden söz etmek mümkündür. Bunlardan birincisi; maddi acı, tehlikeler ve
büyük zorluklar karşısında sergilenen fiziki
cesarettir. İkincisi ise; ölüm, utanç ya da her türlü bir karşı çıkma
konusu karşısında doğru, dengeli ve metanetli bir şekilde eylemde bulunmaktan
oluşan ahlaki cesarettir. Her ikisi
de büyük önem taşır. Fakat Antik Yunan’da yaşamış Sokrates için ahlaki cesaret ön
plandadır. Sokrates’in de söylediği gibi korkusuzluk olmayıp neden korkulup,
neden korkulmaması gerektiğini bilmek bizim yaşantımızda cesarete sahip olma da
büyük önem taşır.
Sokrates için bilgi
erdemle, erdem ise mutlulukla ilişkilidir. Bundan dolayıdır ki Sokrates erdemin
ne olduğundan çok, bizi erdeme götürecek şeyleri arar. Ahlaki erdem ile
mutluluk arasında bağ vardır. Sokrates, ahlaklı bir kimse olmanın sorgulamaktan
geçtiğinden söz eder. “Sorgulanmamış hayat, yaşamaya değer değildir.” [2]
der. “Ben ne diye ahlaklı olayım,
ahlaklı olsam ne olacak?” gibi cesaret gösteren fakat asla cesaret içermeyen
sorular Sokrates’e göre saçma sorulardır. Çünkü insan olmak için ahlaklı olmak
gerekir. Böyle sorulan sorular insan
olmanın anlamını da yok eder. İnsan bu tip soruları kendine olan korkaklığından
ve kendi doğasını bilmediğinden dolayı sorar.
Platon‘un, Sokrates’in Savunması adlı eserinde
Sokrates’in gösterdiği cesaret açıkça görülür. Bu eser hukuk ve ahlak felsefesi
açısından son derece önemlidir. Eserde suçlama şudur: Sokrates’in insanları,
gençleri yoldan çıkarıp Tanrı’yı ve dini sorgulaması. Bu eserde “Yaşam, onurlu
bir ölüm müdür?” sorusu üzerine de düşünmek gerekir.
Sokrates’in
Savunması’ndan hareketle açıkça görülür ki Sokrates’e göre
cesaret doğru yerde doğru eylemi gösterebilmektir. Cesaret kesinlikle phronesis[3]
ile karıştırılmamalıdır. Çünkü phronesis;
hem bilgelik hem de eylem göstermektir.
Tüm bunlardan sonra Sokrates’in Savunması’na geri
döndüğümüzde eser şöyle başlar: “Ey Atinalılar!” Burada yine Sokrates’in
göstermiş olduğu cesaret açık ve nettir. Sokrates, adaleti devletten değil,
halktan bekler. Bundan dolayı mahkemede Atinalılara seslenir. Burada ilerleyen
satırlarda sözünü edeceğim Kant’ın kamusallığı söz konusudur. Sokrates aklını
kullanma cesareti ile kamusal alana seslenir.
Cesaret ya da güçlü
olma durumu kesinlikle bedenin büyüklüğü veya küçüklüğü ile ilgili değildir.
Bedenin yok olması Sokrates’e göre önemli değildir. Önemli olan ruhun yok
olmamasıdır çünkü ruhun yok oluşu insanı yozlaştırır. Başka bir deyişle ruhun
yok oluşu ahlakı da yok eder. En nihayetinde Sokrates’in cesareti doğru zamanda
doğru eylemi yapmak olarak yer alır. En temel erdemleri de Sokrates şöyle
belirler: Ölçülülük, bilgelik, cesaret, adalet. Bir kimse ölçülü olarak eylemlerini
dizginler ki Sokrates buna “Kendini bil!”
der. Bilgelik, söz konusu olduğunda iyinin kötüden ayrılması bilgece olacaktır.
Cesaret, belirttiğim gibi korkuyu bilgece yönetmektir ve adalet, kişinin adil
ve hakkaniyetli olmasıdır.
Cesaret bilgelikten,
iyiye ve kötüye ilişkin bilgiden başka bir şey değildir. Bilge insan zorunlu
olarak cesurdur çünkü neyin gerçekten iyi olduğunu bildiği için, zorunlulukla
daha büyük bir iyiden çok daha küçük bir iyinin kaybını göğüsler.[4]
Yalnızca bilgisizler korkaktırlar çünkü onlar bilgisizliğin kahramanı ve
ilgisizlik içinde hayatta rol oynarlar.
Akıl
Çağında Cesaret
Aydınlanma ya da Akıl
Çağı dediğimiz dönem modern felsefe dönemidir. Bu dönem Descartes’ın “özgür
felsefesinin hakiki yeniden canlanmasını” sağlamıştır. Bundan dolayı Aydınlanma
dönemi Descartes ile başlar, denilebilir.
Aydınlanmanın en ileri
gelen düşünürü Alman Aydınlanmacısı Kant’tır. Kant’ın ve Almanların Aydınlanma
için kullandığı terim, fiilen havanın aydınlanması ve mecazen de bir uyku
halinden uyanıklık ya da bilinçlilik haline geri dönüş anlamına gelen aufklaren fiilinden gelen Aufklarung terimidir.[5]
Sözü edilen bu iki terim ışık metaforundan
gelmektedir. Bu ışık, aklın ışığıdır. Elbette ışık metaforu Ortaçağ’da da yer
alıyordu fakat oradaki ışık, Tanrı’nın ışığıydı. Aydınlanma’da bu ışık akılla
beraber gelir ve etrafı aydınlatır.
Kant’a göre aydınlanmış
bir çağda değil, aydınlanmaya giden bir çağda yaşamaktayız. Kant, Copernicus’un
yapmış olduğu devrimden hareket eder. Copernicus’un yapmış olduğu devrim astronomi
üzerinedir. Kant da felsefede devrim yaptığını vurgular. Copernicus, dünya
dâhil tüm gezegenleri yani Yer’i Güneş etrafından döndürdü ve bu, devrim
niteliğindeydi. Kant’ta ise, ondan önceki filozoflar hep nesneye baktılar. Kant
bunu kırarak özneye dönüp, özneyi merkeze yerleştirdi.
Kant, Saf Aklın Eleştirisi adlı eserinde
öznenin merkezde olduğunu açık ve net bir biçimde ifade eder. Akıl son derece
trajik bir durumdadır. Kant, bunu aklın trajedisi olarak görür. Yani akıl, yapısı
gereği birtakım sorular sorar. Kant şöyle der: “Akıl, öyle sorular tarafından
rahatsız edilir ki, onları geri çevirmez.”[6] Bu sorduğu sorulara aklın kendisi asla tatmin
edici cevaplar vermez. Aklın sorduğu sorular, “Tanrı var mı yok mu, evren sonlu
mudur sonsuz mu, ruh ölümlü mü ölümsüz mü?” gibi sorulardır. Akıl bu sorulara
her iki şekilde de cevap verir.
Kant ile birlikte
eleştirel yaklaşım ve eleştiri felsefesi de oldukça gelişmiştir. Kant’a göre,
aklın kullanıcıları sadece filozoflar değil, özgür bütün vatandaşlardır. Kant “Aydınlanma Nedir?” isimli yazısında
şunları söyler: “Her yandan –düşünmeyin! Aklınızı kullanmayın!- diye
bağırıldığını işitiyorum. Subay: Düşünme! Eğitimini yap! Din insanı: Düşünme!
İnan! diyor...” Burada söz konusu özgürlüğün sınırlılığıdır.
Tüm bunlar dışında Kant
bize yine aynı metinde bir parola da vermektedir: “Sapere Aude!” [7] Bu
parolada Kant’ın demek istediği şey “Aklını kullanmaya cesaret et!” Öyle ki
bildiğimiz üzere kararlılık ve cesaret birer erdemdir. Kant’a göre kişinin
aklını kullanma cesareti göstermemesi ergin olmama durumudur. Ergin olmama
durumu çok rahattır. İnsanlar düşünmeyi sıkıcı bulurlar, hatta ergin olmamış
kimseler düşünmemeyi düşünürler. Düşünmemeyi düşünmek korkaklıktır, onların
bundan haberleri yoktur.
Söz konusu kişilerin
akıllarını kullanmaya cesaret etmeleri içten olursa yarım kalır. Aydınlanma
için gerekli olan şey özgürlüktür. Aklı, her yönüyle ve her bakımdan özgür bir
şekilde çekinmeden kamu önünde cesurca kullanmak gereklidir. Aklı kamu önünde
kullanmak dışardaki kişilerin de yararınadır.
Aslında akıl en üst
zihinsel yetidir. Herkes kendi zihninde özgürdür. Cesaret kamusallık
gerektirir. Kamusal alanda cesurca yargılayan akıl olmalıdır -ki Kant bizlere
akıl mahkemelerinin olması gerektiğini ifade eder.
Kant’a göre, cesurca ve
bağımsız bir düşünme, kişi için ödevdir…
Cesaretli
Dünyadaki Cesaretsizlik
Buraya kadar Antik
Yunan’da Sokrates’in ahlak üzerinden cesaretine, Sokrates’in idamına giden
yolun dikenli olup bu yolda acı çekmemenin mümkün olmadığına ve Aydınlanma
düşünürü olan Kant’ın eleştiri felsefesi üzerinden özgür bireyler olarak
aklımızı kullanma cesareti göstermemiz gerektiğinden söz ettik. Şimdi günümüze
dönüp cesaretli dünyada yer alan cesaretsiz kimselere ya da korkaklara
değinelim.
Cesaretin güç olduğunu
sanan insanlar yanılgı durumundadırlar. Günümüz çağı yaptığının arkasında durmayan
insanlarla dolu, bundan dolayı ben bu çağı kötülerin ve korkakların yer aldığı
çağ olarak görmekteyim. İnsanlar bir cana ya da bir hayvana kıyacak kadar
kötüler.
Burada açık ve net bir
şekilde insanlığın öldüğünü görmekteyiz. Hatta Oğuz Atay insanlığın ölümüne
dair şunları söyler: “Nihayet insanlık da öldü. Haber aldığımıza göre uzun
zamandır amansız bir hastalıkla pençeleşen insanlık, dün hayata gözlerini
yummuştur… Küçük yaşta öksüz kalan insanlığa, doğru dürüst bir miras da
kalmamıştır… İnsanlığın ölümüyle ülkemiz, boşluğu doldurulması mümkün olmayan
bir değerini kaybetmiştir.”[8]
İnsan olmak zor bir şey
değildir. Bir çiçeği koparmak yerine koklayın, bir kitabı yırtmak yerine
okuyun, bir insanı öldürmek –ki en can yakan şey de budur- ya da üzmek yerine
değer verin. Değer verdiğiniz takdirde hayatınızda birçok şey değişecektir.
Kadın/erkek cinayetlerini
işleyen ya da kadına/çocuğa istismar eden kimselerin dışardaki köpekten farkı
yoktur. Dışardaki köpek bile sahibine sadık kalır fakat gelin görün ki insan
insana sadık kalamıyor. Sürekli cesareti güç sanıp şiddet uyguluyor. İnsanların
en önemli eksiği, düşünmemeleridir. Düşünsel açıdan fikirler çatışabilir ancak
kesinlikle fiziksel ya da psikolojik şiddet uygulanmamalıdır.
Her insanın yaşama
hakkı vardır. Hatta insanlar şiir gibi okunabilir. Çevremizdeki şiirleri okumak
yerine bu şiirleri yok etmenin anlamı yoktur. Şiir gibi insanlar yok edilirse
devrik cümleler üzerimize düşer ve oradan bizi kimseler kaldıramaz…
Sonuç olarak son zamanlardaki
kadın cinayetlerine bakarak daha çok dikkat edip önlemler almamız gerekirken
olduğumuz yerde bekliyoruz. Şiir gibi ya da çiçek gibi insanlar kayıp gidiyorlar
ellerimizin arasından… Böylesine kötülüğün ve cesaret içindeki cesaretsizliğin
ya da korkaklığın olduğu dünyada nefes alıp veriyoruz. Cesareti üstünlük gibi
görüyoruz. Aklı kullanma cesaretini göstermek yerine susuyoruz. Sustukça
çığlıklar içinde kayboluyoruz.
Cesaret içinde yer alan
korkaklıkla beraber aynı yolda yürüyoruz ve buna yaşamak diyoruz…
KAYNAKÇA
·
Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü
·
Ahmet Cevizci, Ahlak Felsefesi
·
Ahmet Cevizci, Aydınlanma Felsefesi
·
Platon, Sokrates’in Savunması
·
I. Kant, Arı Usun Eleştirisi
·
I. Kant, Seçilmiş Yazılar
·
Oğuz Atay, Tehlikeli Oyunlar
[1] Ahmet
Cevizci, Felsefe Sözlüğü, Say Yayınları, 2017, İstanbul, s.92
[2] Platon,
Sokrates’in Savunması, Türkiye İş Bankası Yay. 2017, İstanbul, s.58
[3] Basiret
[4] Ahmet
Cevizci, Ahlak Felsefesi, Say Yay. 2018,
İstanbul, s.143
[5] Ahmet
Cevizci, Aydınlanma Felsefesi, Say Yay.
2017, İstanbul, s.14
[6] Immanuel
Kant, Arı Usun Eleştirisi, İdea Yay. (Çev: Aziz Yardımlı), 2017, İstanbul, s.15
[7] Immanuel
Kant, “Aydınlanma Nedir?”, Seçilmiş Yazılar, Remzi Yay. (Çev: N. Bozkurt),
İstanbul, 1984, s. 243
[8] Oğuz
Atay, Tehlikeli Oyunlar, İletişim
Yayınları, İstanbul, 2010, s.256