19 Eylül 2020 Cumartesi

OĞUZ ATAY’IN ROMANLARINDAKİ KARAKTERLER VE VAROLUŞ ÜZERİNE

 


İnsanlığın 21. yüzyılda da etki alanını genişleten en temel problem “varoluş” problemi olmuştur. Varoluş, insanın kendi yaşamını ve kendini sorguladığı bir döngüdür. İnsan sorgulamadığı vakit yaşayan ölüdür. Bu makaleyi kaleme alırken Oğuz Atay’ın eserlerindeki karakterleri ve karakterlerin varoluş mücadelesini vurgulamayı amaçladım. Şimdi varoluş içinde yok olmaya başlayalım adım adım…

Varoluş kelimesinin köküne inmek varoluş problemini anlamamızda biraz daha geniş pencere açacaktır. Varoluş şu iki kelimeden ibarettir: Varlık ve oluş. Varlık, (1) yokluk ya da gerçek dışı olana, (2) görünene veya hayali olana ve nihayet (3) daha önce olmayıp da sonradan vücuda gelene karşıt olarak, var olanı, kendinde olanı ve nihayet kalıcı ve sürekli olanı tanımlar. Oluş ise, yokluktan varlığa, ya mutlak ya da göreli bir geçişi ifade eder. Buna göre de mutlak anlamda oluş, ya yokluktan varlığa ya da varlıktan yokluğa geçişi tanımlar.

Varoluşun kökeni bu şekilde iken varoluşçuluk terimi nasıldır? Bu terimi en güzel şu cümle özetler: “Sartre, Jaspers, Camus, Heidegger ve Marcel gibi düşünürler tarafından geliştirilen, modern dünyanın, özellikle, kitle toplumu üzerinden kendisini gösteren, krizinden beslenen çağdaş felsefe akımıdır.”[1]

Sartre’ın varoluşçu anlayışına göre, eğer Tanrı yoksa –varoluşu özden önce gelen- bir varlık vardır.[2] Marksist estetik kuramından etkilenen Sartre’da, sanatın toplumu özgürleştirici ve insanın hümanist değerlerini arttırıcı bir rolü bulunur. Sartre, ateist hümanist varoluş felsefesini kurar ve buradan hareketle, varoluş özden önce gelir, der. Bunun ise tam olarak anlamı şudur: İlkin insan vardır, insan önce dünyaya gelir, var olur. Daha sonra tanımlanıp, belirlenir ve özü ortaya çıkar.

 

Tutunmaya Çalışanlar Karşısında Tutunamayanlar : Selim Işık – Turgut Özben

 

Oğuz Atay’ın, Yusuf Atılgan’dan etkilendiği söylemek yanlış bir ifade olmaz. Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam (1959) romanı; toplumdan kopukluğun, yabancılaşmanın aynı zamanda bir arayışın izlerini tıpkı bir kişinin ellerinde taşıdığı senelerin izi gibi taşımaktadır. Romanın başkarakteri olan C.’nin, yaşamını dört bölümle anlatan bu yapıtta, bir tutamak arayışı söz konusudur.

Aylak Adam, modern insanın huzursuzluğunu ve bir tutamak arayışı içinde olduğunu şu cümlelerle anlatır. “Tutamak sorunu. İnsanın bir tutamağı olmalı… Dünyada hepimiz sallantılı, korkuluksuz bir köprüde yürür gibiyiz. Tutunacak bir şey olmadı mı insan yuvarlanır. Tramvaylardaki tutamaklar gibi. Uzanır tutunurlar. Kimi zenginliğine tutunur; kimi müdürlüğüne, işine, sanatına…” [3] Öyle ki bu cümleler modern insandaki huzursuzluğu, günümüz insanının tutamak arayışı ile baş etmek zorunda olduğu, baş etmediği takdirde tutunacak bir tutamağı olmayıp yuvarlanacağı oldukça sade ve yalın halde ifade edilmiştir. Oğuz Atay, Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam eserini okuduktan sonra insanın tutamak sorunu kısmı, kendisinin dikkatini çekmiştir ve ardından Tutunamayanlar’ı kaleme almıştır.

Öyle anlar ki oluyor ki insan koca evrende tutunacak bir şeyler istiyor. Yeri geliyor sevgiye tutunuyoruz ya da tutunmaya çalışıyoruz. Sevgiye tutunmak kadar güzel bir şey yoktur. Bir şeye, bir şeylere tutunmak güven veriyor insana. Kişi kendinin güvende olduğunu daha iyi biliyor. Ama an geliyor tutunacak dalımız kalmıyor. Oğuz Atay’ın deyişi ile: “İnanarak dinlememizi güçleştiriyorlar. İnsan her sözü kuşkuyla karşılıyor artık. Gerçekle düş birbirine karışıyor; yalanın nerede bittiğini anlayamıyoruz. Tutunacak bir dalımız kalmıyor. Tutunamıyoruz.”[4]

Oğuz Atay’ın, Tutunamayanlar eserinde iki karakter ön plana çıkar. Bunlardan biri Turgut Özben iken diğeri Selim Işık’dir. En nihayetinde sözünü ettiğimiz bu eser, psikolojik, sosyolojik ve felsefik anlam taşır. Farklı karakterlerin iç dünyasının zenginliği bizi bir dünyadan diğer dünyaya götürür. Atay’ın Tutunamayanlar romanı bir oluşum romanı olarak da çıkar karşımıza… Romanın hemen en başından itibaren insanlarla karşı karşıya olduğumuzu anlıyoruz. Bu noktada baktığımızda “tutunamayanlar”ın karşısında “”tutunanlar”ın olduğu düşünebilir. Bu düşünce Antik Yunan felsefesine kadar uzanıp diyalektik bir gereklilik olarak aklımıza gelmektedir. Selim, Turgut ve Süleyman gibi karakterler tutunamazken, geriye kalan karakterlerin hemen hemen çoğu tutunanları veya toplumun kendileriyle olan uyumunu ifade ederler.

Eserde sıklıkla okuduğumuz karakter Selim Işık’ın arkasında yatan bir şeyler vardır. Yazar, Oğuz Atay, Selim Işık karakterinin arkasına Oscar Wilde, Nietzsche, Freud, Tolstoy gibi düşünürler ile Hamlet ya da Oblamov gibi veya C. gibi karakterleri işlemiştir. Selim’in romanın ilerleyen bölümlerinde intihar etmesi bir yok oluşu göstermez aksine kendi varlığını anlamlı hale getirmesindendir…

Tutunamayalar’da, tutunamayan diğer bir isim ise Turgut Özben’dir. Turgut, eski dostu olan Selim’in ölüm haberini alır. Onu intihara sürükleyen şeyin ne olduğunu araştırmaya başlar ve Selim’in yakın çevresiyle görüşür. Bu konudaki ısrarı Turgut’u kendisiyle yüzleştirir ve içinde bulunduğu aile ve toplumla ters duruma düşmesine yol açar. Dış dünyadan uzaklaşan Turgut, iç dünyasına yönelir. Tıpkı soyadındaki gibi Turgut artık ‘ÖZ-BEN’ine kavuşmak için nereye gittiği belli olmayan bir yola çıkar. Söz konusu olan bu yolculuk kişinin kendini arama yolculuğudur…

 

Tehlikeli Oyunlar: Hikmet Benol

 

Tehlikeli Oyunlar adlı eserde Hikmet Benol karakteri başkarakter olarak çıkar karşımıza… Yaşadığı düzeni terk eden Hikmet, bir gecekonduya taşınır. Hikmet, Sevgi ile evlenmiş ve toplumun beklentileri doğrultusunda iyi bir eş olmaya çalışmıştır. Gecekondu hayatı Hikmet için dış dünyadan sıyrılıp kendi dünyasına sığındığı, kendini bulmaya alıştığı, varlığını sorguladığı kendini gerçekleştirmeye çalıştığı bir hayattır…

Bu noktada aslında farklı bir açıdan bakacak olursak Hikmet’in gecekondu hayatı aslında soyut bir anlam taşımaktadır. Gerçek dünyadan elini eteğini çeken aynı zamanda tasını tarağını toplayan Hikmet, iç ya da zihin dünyasında kendisinin ürünü olan oyunlara dalmıştır. Oğuz Atay, Oyunlarla Yaşayanlar adlı eserinde başkarakterimiz Coşkun şöyle der: “Belki de insanlar oyunları oynuyorlar, hayatlarını birbirine benzer oyunlarla geçiriyorlar.”[5] Dolayısıyla Atay, gerek Hikmet karakteri üzerinde gerekse Coşkun karakteri üzerinde dolsun sık sık kahramanın bilinçaltına inmeye ve bilinçaltı dünyasına eğilmeye çalışmıştır.

Tehlikeli Oyunlar’da, tıpkı iç ses gibi karşımıza Albay Hüsamettin Tambay çıkar. Kendisi Albay emeklisi olup, Hikmet’in iç dünyasındaki oyunlarda ona yardımcı olmaktadır. Hatta bir noktada Albay şunları vurgular: “Oyunlar, oğlum Hikmet, gerçeğin en güzel yorumlarıdır…” Ancak Albay’ın oyunları iyimser oyunlar olarak yer eder. Hikmet çok sonra intihar eder ve Albay, Hikmet’in hayat oyununu yanlış oynadığını düşünür... Oysa asıl doğru olan hayatın ya da doğru olan oyunun nasıl oynandığını ya da nasıl oynanacağını kendisi de bilemez.

Sonuç olarak toparlayacak olursak insanın varoluş içindeki mücadelesi hayatın her yerindedir. Oğuz Atay’ın eserlerine işlenmiş hatta karakterlerine kadar değinilmiş olan insanın tutamak sorunu ya da varoluş arayışı kişiyi kalabalıktan koparıp kendi iç dünyasına bağladığı açık bir şekilde görülmüştür.

Önemli olan şey hayat bir oyunsa, bu oyunu kurallarına göre nasıl oynanması gerektiğini bilmektir. Zira kuralsız oynan her oyun kişiyi bir diyardan diğer bir diyara savurabilir. Son olarak kaleme aldığım bu çalışmayı, Oğuz Atay’ın –Coşkun- karakterine bürünüp Coşkun’un şu cümlesiyle bitirmem yerinde olacaktır:


“Anlamıyorum. Oyun nerede başlıyor, hayat nerede başlıyor, hiç anlamıyorum…”[6]

 

 

 

 





KAYNAKÇA

·         Oğuz Atay, Tutunamayanlar

·         Oğuz Atay, Tehlikeli Oyunlar

·         Oğuz Atay, Oyunlarla Yaşayanlar

·         Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü

·         Yusuf Atılgan, Aylak Adam

·         J. P. Sartre, Varoluşçuluk

 



[1] Ahmet CEVİZCİ, Felsefe Sözlüğü, Say Yayınları, İstanbul, 2017,s.442

[2] J. P. SARTRE, Varoluşçuluk, Say Yayınları, İstanbul, 2016, s.63

[3] Yusuf ATILGAN, Aylak Adam, Can Yayınları, İstanbul, 2019, s.183

[4] Oğuz Atay, Tutunamayanlar, İletişim Yayınları, İstanbul, 2018, s.254

[5] Oğuz Atay, Oyunlarla Yaşayanlar, İletişim Yayınları, İstanbul, 2018, s.46

[6] Oğuz Atay, Oyunlarla Yaşayanlar, İletişim Yayınları, İstanbul, 2018, s.90


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

WITTGENSTEIN FELSEFESİNDE DİL VE DÜNYA İLİŞKİSİ

  "Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarını imler." Wittgenstein Ludwig Wittgenstein’ın, dil felsefesi bağlamındaki görüşlerine biz...