20 Mart 2020 Cuma

CENNET





Bilinmez bir diyar gözlerin
Ege dağlarında tomurcuk halinde çiçeksin
Koklamak isterim her zaman seni bilmezsin
          Cennet’in kokusunu boynunda gizlersin

Ben gökyüzünde ay ışığı eşliğinde
Yazarım canlanır yazarlığım
İlhamım olur gülüşlerin
Ey benim karanlık gecem
Seni ben kendime yıldız bilirim…

Sen ayrı bir şehirde ben şiirlerdeyim
Gözlerin beni arayacak olursa dizelerdeyim
Gönül doktorum, hayat felsefem, geleceğim
Tanrı’nın yazdığı en özel şiirsin
Sen gülünce boyun eğer şairler bilir misin?

Yosun yeşili sarmaşık gibi
Sarılmak isterim sana sımsıkı ve doya doya
Ellerin sarsın bir zincir gibi beni
Ey benim gönül bahçem, bahar ayım
Gökyüzü altındaki yeryüzü kadar güzelsin
Ve sen bahçemdeki en güzel çiçek;
      Cennet'in kokusunu boynunda gizlersin…

12 Mart 2020 Perşembe

YAŞARKEN ÖLENLER VE İNTİHAR ÜZERİNE








Makalemi kaleme alırken Helenistik Dönemin ilk büyük okulu olan Epikürosçu Okul’un kurucusu Epiküros’un ölüm üzerine söylediklerinden hareket etmek istedim. Ölüm nedir? Yaşarken ölen kimseler toplumumuzda nasıl yer etmektedir? Epiküros, felsefesiyle insanı Tanrı ve ölüm korkusundan kurtarıp bir ruh sükûnetine ulaştırmayı amaçlamıştır. Tüm bunlara değindikten sonra intiharın ne olduğunu ve intihar türlerini ele alıp makalemi noktalamış bulundum. Şimdi yaşarken ölenler arasında cesetlere basmadan dolaşmaya başlayalım.


Yaşayan Ölülere Yas Tutulmaz


Öncelikle tıpkı eğitim, ahlak, bilgi, sanat gibi ölümün de bir felsefesi vardır. “Ölüm nedir?” sorusuna bakıldığında şöyle cevap vermek mümkün olacaktır: “Ölüm, (Ing. Death) canlı varlıklarda hayati fonksiyonların veya hayatın son bulması; insanda bilinçli deneyimin tamamen nihayetlenmesi durumudur.”[1] Ölüm felsefesi üzerine çalışan kimseler ölüm bağlamında en çok ölümün doğasının ne olduğu sorusu üzerinde durmuşlardır.  Tüm bunlarla beraber ölüm tam olarak bilinmez. Ölümü bilmek için ölümü yaşamak gerekir.

Ölüm korkusuna baktığımızda insan varlıklarının hayatlarının son bulacağı kaygısı ya da endişesidir. İnsanların çoğu ölüm korkusu ile yaşar. Hatta öyle insanlar var ki ölüm korkusu sebebi ile her zaman için hayatı iyi ve etik bir biçimde yaşamaya –çalışırlar.- Ölüm korkusu ile nasıl baş edileceği konusunda bazı felsefi yaklaşımlar gelişir ki bunlardan bir tanesi Epiküros ve Epikürosçular, bir diğeri Wittgenstein tarafından benimsenen yaklaşımlardır. Bu yaklaşım ölümün yaşanan bir şey olmaması nedeniyle ölüm korkusunun rasyonel bir şey olmadığı düşüncesi üzerine yükselir.

Öyle ki birçok kimse ölümden korkar ve yaşarken öldüklerini ifade ederler. Yaşarken ölmek, ölüp de toprağa girmekten daha kötüdür. Yaşadığınız halde ölü olarak yer ederseniz kimse sizi ve düşüncelerinizi var saymaz. Çünkü sizinle beraber düşünceleriniz de ölmüştür. Bundan dolaydır ki düşüncelerin canı yanmaz. En nihayetinde yaşarken ölenlere yas tutulmaz.

Helenistik dönem filozofu Epiküros, ölüm korkusunun zaman kaybı olduğunu ve yanlış bir mantığa dayandığını savunur. Ona göre sağlıklı düşünülürse ölüm korkusundan korkmamak gerektiğini insanlar anlayacaktır.


“Biz Varsak Ölüm Yok, Ölüm Varsa Biz Yokuz…”[2]


Epiküros’a göre felsefenin amacı daha iyi bir hayata sahip olmak ve mutluluğa ulaşmaktır. Kimi insanlar ölümün üzerine düşünmekten korkarlar ve bu nedenle ölümü düşünmemeyi tercih ederler. Oysa ölüm hayatta bir gerçektir. Tıpkı karanlık bir gecede gökyüzünde parlayan yıldızlar gibi…

Hayatta bazı anahtarlar vardır ve bu anahtarlar bazı kapıları açar. Epiküros’ta ise hayatın anahtarı ‘haz’dır. Haz her insanın aradığı şeydir. Tabi bu anahtar fazla zorlandığında kırılabilir. Bundan dolayı istenilen her haz tadında olmalı ve aşırıya kaçılmamalıdır. Mümkün oldukça acıdan kaçmak gerekir. Acıdan kaçmadıkça ruhsal sağlık sorunları yaşanır ve kişi oldukça üzülür.

Epiküros’a göre ruhsal haz, bedensel hazdan daha üstündür.[3] Mutlu yaşamın ereğinde beden ve ruh erincinin yatması gerekir. Mutluluğun sağlanmasıyla insan haz dolu olur. Epiküros ruh-beden bütünlüğünü iç içe ele alır. Birini alıp diğerini yok saymak gibi bir durum söz konusu değildir.

İnsanın bedensel olarak acı çektiğini varsayalım ya da bir kimse birisinin elini bıçakla kesmiş olsun. O yara anlık acı hissi uyandırır. Hatta bazı yaralar vardır sardıkça kanar… Ama eninde sonunda o acı hissi bedenden gider. Bu durum ruhsal acıda aynı şekilde yer etmez. Ruhun çektiği acılar bedende çekilen acılardan daha kalıcıdır.

Ölüme ve ölüm korkusuna geri döndüğümüzde iki bakımdan ayrı görüş ortaya koymak mümkündür. Bu görüşler ölümün hayatımızı olumsuz etkilemesidir. İlki ölümden sonra bizi beklediğini düşündüğümüz cezalar ve bir diğeri ise ölümle birlikte kaybettiğimiz, elimizden kaydığını düşündüğümüz bu dünyaya ilişkin tatlı duygularımız ve hazlarımızdır. Böylece Epiküros için ölümden korkmanın bir temel dayanağı olmadığını görmüş bulunuruz. Çünkü Menoikeus’a yazdığı mektuptaki o ünlü sözünde ifade ettiği gibi: “En büyük kötü olan ölüm bizim için hiçbir şeydir, çünkü biz varken ölüm yoktur, ölüm gelince de biz yokuz.” İşte bu sözü onun felsefesini ileri taşımış olmakla kalmayıp öğrencilerine de yol göstermiştir.

Öyle ki ölüm ne yaşayanları ilgilendirir ne de ölenleri… Burada müthiş bir diyalektik göze çarpar. Epiküros bu diyalektiği mutlaka vurgular. Bir başka deyiş ile biz yaşarken ölüm yoktur, ölüm gelince biz yaşamıyoruzdur.

Epiküros için her insan kendi evrenini içinde taşımaktadır. Ölüme karşı durup korkmamak, insanlar arasında Tanrı gibi özgür ve egemen yaşamak gereklidir. Bundan dolayıdır ki: “Böylece, ne uyanıkken ne de uyurken hiçbir zaman sarsılmayacaksın ve insanlar arasında Tanrı gibi yaşayacaksın.”[4] der.

Bazı insanlar ölümden sonraki hayatlarında cezalandırılacaklarından kaygılanırlar. Epiküros bu kaygıyı da önemsemez. Basitçe söylemek gerekirse Epiküros tüm felsefesini mezar taşında şöyle özetler: “Ben varsam ölüm yok, ölüm varsa ben yokum…”


Ölümlere Verilen İntihar Süsü


Birçok intihar son zamanlarda ölüm ile sonuçlanmaktadır. İntihar bir kaçış ya da kurtulma olarak gözükse de böyle bir şey söz konusu değildir. Epiküros felsefesinde intihara karşı çıkar. Öyle ki hayatta yer alan bir renk bile –örneğin denizin koyusu, gökyüzünün açığı- bizlere haz verebilir.

İntihar fenomeninin kelime anlamına, yüzeysel olarak, bakınca bir kimsenin ruhsal ve toplumsal nedenlerle yaşamına kendi elleri ile son vermesi ya da kendini öldürmesidir. Bu tanım oldukça yüzeysel olacağından dolayı böylesine derin bir konuda boğulma tehlikesine karşı olsa da bizlerin kulaç atması yerinde olacaktır.

İntihar kelimesini, 20. yüzyıl toplumbilimcileri arasında önemli bir yer alan bilim insanı Emile Durkheim (1858-1917) nasıl ele aldı? İntihar üzerine neler söyledi? Bu noktada Durkheim intihar kavramını en temel biçimde şöyle tanımlar: “Ölen kişi tarafından ölümle sonuçlanacağı bilinerek yapılan olumlu ya da olumsuz bir edimin doğrudan ya da dolaylı sonucu olan her ölüm olayına intihar denir.”[5]

Durkheim, intiharı bir akıl hastalığının sonucu olarak mı ele almak gerektiğini araştırıyordu. Öyle ki ya intihar eden kimselerin kendilerine özgü özel bir hastalık, yani delilik söz konusu, ya da intiharın bir ya da birçok delilik türlerinin bir bölümü olduğu düşünülmektedir. İntiharı kendine özgü bir hastalık olarak göstermek üzere ortaya atılan önerilerin geçersizliği bazı deneylerle açıklık kazanmıştır.

İntihar bir delilik ise toplumumuza göre tüm felsefecilerin ya da filozofların intihar etmesi gerekir. En nihayetinde toplumumuzda filozoflar deli ya da akıl yoksunu olarak nitelendirilir. Hâlbuki deli olan insanlar çoğu akıllı insanlardan daha akıllıdırlar.

Durkheim’a göre intihar yaşlara göre değişiklik gösterir.[6] Ayrıca mevsimler de bazı ülkelerde intiharı tetikler. Tüm bunları İntihar adlı eserinde bazı grafik ve tablolar ile birlikte verir. Unutulmamalıdır ki Durkheim, neden intihar edilir sorusu ile değil, diğer ülkelere kıyasla intihar sebebini bizlere sunar.         

    
Durkheim’ın deyimi ile “intihar değil, intiharlar vardır…”[7] Buradan çıkarılacak şey intiharın çeşitleri olduğudur. İntihar fenomeni kendini çeşitleriyle de gösterir: Bencil, elcil, kuralsızlık gibi… Bunlar dışında ise delilik intiharında da bazı intihar tipleri mevcuttur. Bunlar ise; melankoli intiharı, kaçık intiharı, saplantı intiharı ve otomatik intihardır.

Ölümden kaçmaya çalışan insanların bazı ölümlere intihar süsü verdiklerini görürüz. Tıpkı öldürdüğümüz bir örümceği kendi ağları içinde bırakmak gibi… Epiküros’a geri döndüğümüzde Epikürosçular intihardan uzak, haz dolu yaşam sürerler. Bunun tam tersi olarak Stoacılar ise intiharın bir cesaret ve bilgelik işi olduğunu belirtirler.  Onlar kendi elleriyle hayata son vermeyi erdemli bir insanın eylemi olarak algılamışlardır.

Sonuç olarak Epiküros’un felsefesinden hareketle hem ölüme hem ölüm korkusuna, bununla beraber olarak da Epiküros’un o meşhur sözüne değinmiş bulunduk. Ölümden korkmayıp hazza yaklaşmak, hayattan da haz almamız gerektiğinden söz ettik. Ayrıca intihar fenomenine Durkheim’dan hareketle yola çıktık ve intihar türlerine değindik.

Her canlı ölümü mutlaka tadacaktır. Bir bitki bile ekildikten bir süre sonra yosun yeşiline çalan canlı bir renge sahip olur. Büyür ve uzar. Gün gelir o ağaç da yaşlanır ve sonbaharda yaprak döker. Aynı ölüme yas tutan insanlar gibi…



Henidik Dergisi, 6. Sayı, 2020





  


KAYNAKÇA

·         Ahmet CEVİZCİ, Felsefe Sözlüğü
·         Diogenes Laertios, Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri, Çev: C. Şentuna
·         Ahmet Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi Cilt IV
·         Emile Durkheim, İntihar



[1] Ahmet CEVİZCİ, Felsefe Sözlüğü, Say Yayınları, İstanbul, 2017,s.336
[2] Diogenes Laertios, Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri, Çev: C. Şentuna, YKY, İstanbul, 2007, s.517
[3] Ahmet Arslan, İlkçağ Felsefe Tarihi Cilt IV, İst. Bilgi Üni. Yay.,  İstanbul, 2010, s.131
[4] Diogenes Laertios, Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri, Çev: C. Şentuna, YKY, İstanbul, 2007, s.521
[5] Emile Durkheim, İntihar, Çev. Prof. Dr. Özer Ozankaya, Cem Yayıncılık, İstanbul, 2017,s.25
[6] Emile Durkheim, İntihar, Çev. Prof. Dr. Özer Ozankaya, Cem Yayıncılık, İstanbul, 2017,s.191
[7] Emile Durkheim, İntihar, Çev. Prof. Dr. Özer Ozankaya, Cem Yayıncılık, İstanbul, 2017,s.321

4 Mart 2020 Çarşamba

AKDENİZ’İN KIZI







Gidiyorsun benden gün geçtikçe habersiz
Şarap şişesine döküyorum kan kırmızı gözyaşlarımı
Bırakıyorum sana, sende yer alan tüm acılarımı
Kırıklarım da var elbette her zerreme batıyor
Gidiyorsun gözlerin yok artık, yoksun bıraktın mısralarımı
Ne tütün, ne alkol ne de ellerin sarmıyor yaralarımı…

Seninle iken hikâyemize şiirler yazardım
Şimdilerde kırık mektuplardan topluyorum bizi
Her bir parçamız ayrı şehirde, sürülmez izi…
Ben o şehirde sensiz ve gözlerinsiz bir durakta
Şehre düşen yaprakları topluyorum bu sonbaharda…

Gidiyorsun gülüşünü de alıp benden bilinmez diyarlara
Giden gemiler dönmedi kıyısız limanlara
Dil suskun, kalp çığlık çığlığa gecelerde karanlıklar,
Oturduğumuz balkonda öksüz kaldı o dizilmiş yıldızlar

Bir şiirin daha sonuna geliyorum bugün sensiz,
Uzun cümlelerime özneydin, artık cümlelerim yüklemsiz
Kalsan sen solumda gökyüzünden indirsem ay ve yıldızı
Gidiyorsun gözlerini de alıp benden Akdeniz’in güzel kızı…




WITTGENSTEIN FELSEFESİNDE DİL VE DÜNYA İLİŞKİSİ

  "Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarını imler." Wittgenstein Ludwig Wittgenstein’ın, dil felsefesi bağlamındaki görüşlerine biz...