26 Ocak 2021 Salı

WITTGENSTEIN FELSEFESİNDE DİL VE DÜNYA İLİŞKİSİ

 


"Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarını imler."

Wittgenstein

Ludwig Wittgenstein’ın, dil felsefesi bağlamındaki görüşlerine bizlere bıraktığı gökyüzünde parlayan iki eserden hareketle bakacağız. Bu eserlerden ilki Tractatus Logico-Philosophicus, yani erken dönem eseri iken diğeri Felsefi Soruşturmalar adlı geç dönem eseridir. Her iki eser de birbirinden farklıdır. Her iki eserde de dil ve dünya ile ilgili benzer sorular vardır fakat verilen cevaplar farklıdır.

Wittgenstein’ın dünya ve dil ilişkisine bakarken Felsefi Soruşturmalar adlı eserinden çok Tractatus Logico-Philosophicus adlı eserinden yola çıkacağız. Wittgenstein, Tractatus döneminde dili soyut bir sistem olarak ele alır. Daha çok dil ile gerçeklik arasındaki ilişkiyi inceler. Dolayısıyla bu makalede ele alacağım soruların başında, “Dil ve dünya ilişkisi, Wittgenstein felsefesinde nasıl yer eder?” sorusu vardır. Ayrıca, “Wittgenstein’ın Tractatus eserindeki önermeler dünya üzerine neleri ifade etmektedir?”, “Wittgenstein’da “töz” kavramı ne anlama gelir?” sorularını da ele almak Wittgenstein’ın felsefesini kavramak açısından daha yaralı olacaktır. Söz konusu olan eser, önerme önerme ve adım adım ilerlediği için eseri hemen anlamak oldukça zor olacaktır. Biz bu eseri ele alırken ancak üst önermelerle birlikte düşündüğümüzde anlam kazanacaktır. Dolayısıyla şimdi düşüncelerle dolu metindeki tümceleri kaleme alıp düşünce yolumuza adım atalım.

 

Wittgenstein’ın Önermelerinde Dünya

Wittgenstein, Tractatus eserinde düşüncelerini yedi tez içerisinde ifade etmiş ve kitabın genel olarak bütünü bu tezlerin açıklamasından oluşmuştur. Öyle ki yukarıda ifade ettiğim gibi son önermenin bile önceki önermelerle ilişkili olması bizleri şaşırtmamalıdır. Eserde dünya üzerine vurgulu olan önermeler şöyledir: “(1) Dünya olduğu gibi olan her şeydir. (1.1) Dünya olguların toplamıdır, şeylerin değil. (1.11) Dünya olgular yoluyla belirlenir ve şu yolla ki, bu bütün olgulardır. (1.12) Çünkü olguların toplamı, neyin olduğu gibi olduğu, aynı zamanda da bütün nesnelerin olduğu gibi olmadığını belirler. (1.13) Mantıksal uzam içindeki olgular, dünyadır. (1.2) Dünya, olgulara ayrılır.”[1]

Yukarıda yazılan önermelerin üzerinde durmak Wittgenstein’ın ‘dünya’ üzerine söylemlerini anlamamızda fayda sağlayacaktır. İlkin, “(1) Dünya olduğu gibi olan her şeydir.” önermesi “Dünya, duyulara hitap ettiği şekildedir.” şeklinde de ifade edilebilir. Dünyanın kendi kendisine has bir iç mantığı, iç yasası vardır. Söz konusu olan ‘dünya’ kavramı evrene ya da doğaya eşittir. Doğal dünyada işleyişin bir öznesi yoktur. Doğa öznesi olmayan bir öznedir. Diğer yandan sonraki önermeye baktığımızda önermede ifade edilen “olgu” kavramı anahtar kelimedir. “Dünya olguların/gerçekte olan şeylerin toplamıdır, nesnel şeylerin değil.” demek ister Wittgenstein. Dünya, şeylerin toplamı olsaydı dünya nesnel şeylerin toplamı olurdu.  Dolayısıyla Wittgenstein’a göre, dünya, var olan şeyler arasındaki ilişkilerin (Alm. der Tatsachen) toplamıdır, nesnel şeylerin (Alm. der Dinge) toplamı değildir. Dünya, dünyada var olanların birbirleriyle ilişkileri toplamıdır. Söz konusu olan ilişkisellik içseldir ve her şey her şeyle ilişkilidir. Benzerlik ve farklılık söz konusudur. İlk önermede olduğu gibi olan şeyin kaynağı şeyler arasındaki ilişkidir. Wittgenstein için var olan benzerlik ve fark dünyayı hareket ettirendir.

Üçüncü önerme ise dünyayı ilişkilerin belirlediği ve dünyanın bütün bu ilişkilerden oluştuğudur. Gerçekten var olan şeylerin birbirleriyle ilişkisinden söz eder. Yeter-sebep ilkesi belirtilmemiş olsa da bu önermenin altında yeter-sebep ilkesi yatar. Dünya olgular yoluyla belirlenir. Dolayısıyla dünya belirsiz değildir. Yani, dünyadaki ilişkilerin toplamı dünyayı dünya yapar. Dünya zorunluluğa tabidir ve bu zorunluluk da harekettir. Sonraki önerme şudur: “(1.12) Çünkü olguların toplamı, neyin olduğu gibi olduğu, aynı zamanda da bütün nesnelerin olduğu gibi olmadığını belirler.”[2] Yani, var olanlar kastedilir. Örneğin var olan vücuda gelmiştir, ondan dolayı vardır.

Bu noktadan sonra, bir sonraki önermede “(1.13) Mantıksal uzam içindeki olgular, dünyadır.” diyerek Wittgenstein yeni bir boyut kazandırır. Yani, dünya, mantıksal mekânda gerçekten olanlardır. Başka bir deyişle, dünya mantıksal uzamda gerçekten var olanlardan ibarettir. Mantıksal mekân ile gözümüzü ontolojik düzlemde olanın epistemolojik yansımasına, mantıksal alanına geçmiş bulunduk. Bu noktada nesnel olan öznel olana tamamlanıyor. Ve tüm bu önermelerden sonra Wittgenstein şu önermeyi ekliyor: “(1. 2) Dünya, olgulara ayrılır.” Burada Wittgenstein’a göre dünya, gerçekten var olanlara ayrılır ya da çözülür. Analitik bakış açısı mevcuttur. Yukarıda var olanların bütünü nasıl oluşturduğuna bakıyorken burada var olanları çözücü ve analizci bakış açısıyla ele almaktadır.

Şimdiye kadar dünya üzerine ele aldığımız önermelerden de açıktır ki Wittgenstein Tractatus eserinde oldukça büyük, düşünce ve anlam yüklü bir sistem oluşturmuştur. Tractatus’ta dil-dünya ilişkisi çerçevesinde öncelikle dünyanın yapısını anlamak gerekmektedir. Çünkü Wittgenstein’ın dilin karşısına koyduğu dünya onun felsefi sitemini oluşturmasında çok önemli bir yere sahiptir.[3] Bu açıdan baktığımızda Tractatus’ta oluşturulan dünya tasviri ya da betiminin nasıl olduğuna bakılmalıdır. Yukarıda kaleme aldığım ilk önermeler bize dünyanın, doğanın ya da evrenin nasıl bir şey olduğunun bilgisini verir. Dünya, olduğu gibi olan her şeydir ve dünya olguların toplamıdır. Wittgenstein, dünyayı şeylerin (nesnel şeylerin) değil de, olguların toplamı olarak ele alır.

Tek tek şeylerin varlığı Wittgenstein’a göre anlamsız kabul edilir. Peki, tek tek şeylerin varlığı anlamsız ise onu bilmek neden önemlidir? Bu sorunun cevabını Wittgenstein şöyle verir: Şey için özsel olan, bir şey durumunun oluşturucu öğesi olabilmektir. Şey demek, aynı zamanda yalın olan demektir. Bölünemeyen, parçalanamayan, çözülemeyen demektir. Kısaca ifade etmek gerekirse bu tözdür. Bu noktadan itibaren töz konusuna Wittgenstein’ın perspektifinden ve önermelerinden hareketle bakmak bize yarar sağlayacaktır.

(2.021) Nesneler Dünyanın Tözünü Oluştururlar[4]

Töz problemi, felsefe tarihinin en önemli problemlerinden biridir ve Wittgenstein da bu problemin farkındadır. ‘Töz’ kavramını genel anlamıyla ifade etmek gerekirse ‘bir şeyi o şey yapan şey’ denilebilir. Başka bir anlamı ise öznede olmayıp kendinde var olan, yani, bağımsızca kendi içinde var olan şeydir. ‘Töz’ kavramı, Antik Yunan düşüncesinin ansiklopedik kafası Aristoteles’ten modern felsefeye kadar tartışılagelmiştir. Basitçe ifade etmek gerekirse; iki adet aynı cinsten meşe fidanı elimizde olsun. Bu iki fidanı ektiğimizde ikisi de meşe ağacı olabilir fakat ikisi aynı meşe ağacı değildir. Dolayısıyla her ikisinin tözü farklıdır. Meşe ağacını meşe ağacı yapan şey diğer meşe ağacından farklı olarak yer eder…

Peki, ‘Töz’ kavramına düşünürlerin yaklaşımı nasıl olmuştur? İlkin, Aristoteles bu kavramını anlamını Metafizik adlı eserinde şöyle açıklar: Töz sözcüğü, 1) Toprak, Ateş, Su ve bütün benzeri şeyler gibi basit cisimler; genel olarak cisimler ve hayvanlarla tanrısal varlıklar gibi onlardan meydana gelen şeyler; nihayet bu cisimlerin kısımları anlamına gelir. Bütün bunların töz diye adlandırılmalarının nedeni, onların bir öznenin yüklemi olmamaları, tersine diğer her şeyin kendilerinin yüklemleri olmasıdır. 2) Bir başka anlamda, ruhun hayvanın varlığının nedeni olduğu gibi, doğaları bir öznenin yüklemi olmamaktan ibaret olan şeylerin varlığının nedeni olan her şey de tözdür. 3) Sonra bu tür varlıklarda bulunan, onları sınırlandırıp bireysel varlıklar olarak ortaya koyan, ortadan kalkmaları, bütünün ortadan kalkmasını doğuran kısımlar da tözdür. 4) Nihayet tanımda ifade edilen öz de her şeyin tözü olarak adlandırılır. O halde tözün iki anlamı vardır: A) Töz, bir yandan, en son dayanak, başka hiçbir şeyin yüklemi haline getirilemeyendir; B) Töz, öte yandan, özü bakımından ele alman birey olarak, (maddeden) ayrılabilen şeydir, yani her varlığın yapısı veya formudur.”[5]

Antik Yunan düşüncesinden modern felsefeye doğru uzandığımızda René Descartes, “cogito ergo sum”dan önce “Var olanların varlığından şüphe edebilir miyim, edemez miyim?” şeklinde düşünmeye başladı. Ardından her şeyden şüphe edip şüphe ettiğinden şüphe etmedi ve önce Tanrı’nın varlığını ardından ben’in varlığını ortaya koydu. Descartes, Meditasyonlar adlı eserinde “Tözü düşündüğüm zaman var olmak için kendinden başka hiçbir şeyin varlığına muhtaç olmayan bir şeyi düşünüyorum. Açık söylemek gerekirse böyle olan yalnız tanrıdır…”[6] Diğer bir düşünür Spinoza’ya göre töz, Ethica’da şöyle vurgulanır: “Töz (cevher) deyince şunu anlıyorum; kendi başına var olan ve kendi başına kavranan şeyi yani kavramı başka bir şeyin kavramını kuşatmayan şeyi anlıyorum…”[7] Dolayısıyla bu noktadan hareketle şunları söylemek mümkündür: Spinoza’ya göre töz tektir ve töz, doğa ve Tanrı birbirine eşittir.

20. yüzyıl modern düşünürü Wittgenstein, ‘töz’ kavramının varlığını kabul eder ve mantıksal düzlemde töz problemini çözmeye çalışır. Wittgenstein, Tractatus’ta 2. 02 numaralı önermede “Nesne yalındır.” der. Yani, Wittgenstein -nesne yalındır- diyerek aslında nesneyi atom olarak ya da başka bir deyişle temel yapı taşı olarak düşünüyor. Bir bakıma bu nokta Leibniz’in ‘monad’ları gibi görünüyor bizlere.  En yalın o’dur. Ondan daha yalın yoktur. Yalın olan nesne, maddi olandır. Wittgenstein, “dünyanın temel yapı taşı maddidir ve dünyanın yapı taşı maddedir” diye vurguluyor.

Aynı zamanda bir sonraki önermede Wittgenstein şöyle yazıyor: “(2. 021) Nesneler dünyanın tözünü oluştururlar. Bu yüzden bileşik olamazlar. (2. 0211) Dünyanın hiçbir tözü olmasaydı bir tümcenin anlamlı olup olmadığı, başka bir tümcenin doğru olup olmadığına bağımlı olurdu. (2. 0212) O zaman, dünyanın doğru(gerçek) / (Alm. wahr) ya da yanlış (Alm. Falsch) bir tasarımını oluşturmak olanaksız olurdu.”[8] Burada kaleme alınan önermelerde bir şey eğer töz olmaksızın başka bir şeyden oluşuyorsa bunun bizi bir döngüye götürdüğü ifade edilir. 2. 021 ve 2. 0211’deki önermelerde “Dünyanın tözü varsa bir tümcenin anlamı nereden geliyor ve bunun anlamı başka bir tümce ile ilgili ilişkisi bakımından ne anlama geliyor?” sorusuna değinir Wittgenstein. Bu noktada anlatılmak istenen dünyanın tözü varsa -ki var- tümcenin anlamlılığı başka bir tümcenin doğruluğuna bağlı değildir. “Dünyanın tözü yoktur.” dediğimiz zaman aslında dil ile mantıksal mekân ile dünya arasında ilişki kopuyor. Mantıksal olarak bile dünyanın tözünün varlığını kabul etmek zorundayız. Yoksa herhangi bir cümleye anlam yükleyemeyiz. En nihayetinde dile anlam dünyadan gelir.

Tüm bunların yanında Wittgenstein, nesnelerin adlandırılabileceğini fakat ne olduğunun söylenemeyeceğini vurgular.[9] Wittgenstein’ın ‘töz’ anlayışına biraz daha yakından bakacak olursak hemen gözümüze Tractatus’taki şu önerme çarpar: “(2.024) Töz, olduğu gibi olandan bağımsız olarak, olandır. (2. 025) O, biçim (Alm. form)  ve içeriktir. (Alm.Inhalt)[10] Bu önermelerde töz kendi kendisini taşıyandır hem biçimdir hem de içeriktir. Töz kendini madde ve form olarak gösteriyor. Örneğin; elma, elma olduğunda onun içeriğini de biçimini de töz oluşturuyor. Dolayısıyla töz kendisini iki yanıyla (görünen, görünmeyen olarak) gösteriyor. Bu noktada Wittgenstein’ın, dünya ve töz üzerine düşüncelerini noktalayıp dilin yapısına değinmek bizi Wittgenstein’ın dil ve dil felsefesine doğru yaklaştıracaktır.

 

Wittgenstein’da Dilin Yapısı

Wittgenstein’da dilin doğasına değinmeden önce “Dil nedir?” sorusuna cevap vermek yerinde olur. Dil aslında insan için her şeydir. Dil olmadan düşünce olmaz. Düşünülen düşünceyi ifade etmek adına, iletişim kurmak adına dili kullanmak gerekir. Dil ve dil felsefesi üzerine kaleme alınan çalışmalar sadece modern felsefede bulunmaz. Antik Yunan dünyasının önde gelen düşünürlerinden Platon’un Kratylos diyaloğu dil felsefesinin temellerini atmıştır. Platon’un öğrencisi Aristoteles’te ise dil üzerine kaleme aldığı Yorum Üzerine eseri öne çıkar. Bu eserde Aristoteles konuşmayı sembol ve işaretler olarak ele alır ve bu da uzlaşıma işaret eder. Uzlaşım da dil ile gerçekleşir. Dolayısıyla dil üzerine bu tartışmalar 18. yüzyıl felsefesinden modern felsefeye kadar tartışılagelir. 

20. yüzyıl felsefesi düşünürü Wittgenstein, “Dil nedir?” sorusuna iki şekilde cevap verir: Birincisi, ad olarak dil; ikincisi ise felsefi obje olarak dil. Ad olarak dil, belirli bir amaca hizmet eden bir kurum değildir, aksine kolektif bir addır.[11] Wittgenstein’a göre bir dili düşünmek, lengüistik partnerlerimizin hayatına bağlı bir etkinlik biçimidir.[12] Ona göre, kelimeler dünyayı tasavvur etmeye yaramaz fakat bir amaçla dili konuşanların eylemlerini düzenler. Bir dili konuşmak, sembolleri belirli kurallara ve kesin bir amaca göre kullanmaktan ibarettir. Dolayısıyla Wittgenstein, dille belirli bir amacın aracı olarak değil, bir fenomen olarak ilgilenir. Yani, nasıl ki Kant bilenen ile bilinmeyen arasında epistemolojik ayrım çiziyorsa Wittgenstein da dünya hakkında söylenebilecek ve söylenemeyecek arasında ayrım çiziyor.

Tractatus’ta dünyanın en temel öğesi olan nesnenin karşısında dilin temel öğesi olarak ad çıkıyor. Bu ad, nesneyi imler. Wittgenstein’ın deyişi ile nesne onun imlemidir. Vurgulanmak istenen şey şudur: İsim, bir nesnenin anlamıdır. Nesne ise ismin anlamıdır. Yani Wittgenstein şunu demek ister: İsimler temel önermeler halinde bulunurlar ve mevcut konumdaki nesnelere tekabül ederler. Aslında açık ve nettir ki burada Kantçı bir çizgi vardır. Kant’ın kriteri fenomen alanındaki yargılar geçerlidir çünkü duyulara dayanır. Yani, duyusal olan ile duyusal olmayan arasında olan bir kriterdir. Wittgenstein’ın söylenebilir ve söylenemez olan arasındaki kriter ise bir önerme son parçasına kadar analiz edildiğinde -ki en son parçaya indiğimizde isimleri buluruz- eğer o isim dış dünyadaki bir gerçekliğe tekabül ediyorsa o önerme söylenebilir bir önermedir. Eğer o önerme tekabül etmiyorsa söylenemezdir. Yani, en küçük yapı taşının olguya işaret etmesi gerekir. Eğer işaret ediyorsa o önerme doğrudur, eğer işaret etmiyorsa o önerme yanlıştır.

Wittgenstein için basit nesnelerin veya tözlerin bileşemi olumsal olanı gösterir. Ama biz bu bileşimleri analiz edince o en basit nesnelere veya tözlere ulaştığımızda olumsal alandan tamamen sıyrılarak gerçekliğe ulaşırız. Yani, bu, gerçekliği töz olarak almamız gerektiği sonucuna götürür bizi.

Basit şeyler basit oldukları için daha fazla da analiz edilemeyeceğinden basit şeyler tanımlanamaz. Tanımlanamaz olduğu için biz sadece isim verebiliriz. Eğer isimlendirme ya da adlandırma dil ile oluyorsa o zaman dil her zaman ne olduğunu değil, nasıl olduğunu bize gösterir. Bu noktada Tractatus’ta yer alan önermelerden birine işaret edilebilir. O önerme ise şudur: “(2. 0201) Karmaşıklar üzerine her dile getiriliş, bunların oluşturucu ögeleri üzerine olan bir dile getiriliş ile karmaşıkları tam olarak betimleyen tümcelere ayrılabilir.” Bu önermeyi açıklayacak olursak dilin yapısı ile dünyanın yapısı arasında karşılıklı uyumluluk ilişkisi vardır. Dünyayı atomlara kadar ayrıştırabiliyoruz. Aynı şey dil içinde geçerli. Herhangi var olan, mesela bir elma, karmaşıktır. Birçok sayısız yapı taşlarının, nesnenin bir araya gelmesidir. Biz elmayı en basit yapı taşına kadar ayrıştırabiliriz. Tümceleri de en temel yapı taşlarına kadar ayrıştırabiliriz. Dilin analiz edilebilirliği ile dünyanın analiz edilebilirliği arasında bir uyumluluk vardır. Dünyanın ve dilin bir mantığı vardır, hatta dil dünyanın mantığını yansıtır.

Sonuç olarak, dil ve dünya arasındaki ilişkide ‘töz’ kavramı da önemli rol oynar. Wittgenstein dil konusunda sadece genel olarak dil ile sınırlı kalmayıp dilin içindeki tümcelere, imgelemlere ve sözcüklere kadar inmiştir. Wittgenstein’a göre, filozofların çoğunluk soruları ve tümceleri, dil mantığımızı anlamamamıza dayanır. Hatta şunu da ekler Wittgenstein: “Ve şuna da şaşmamalı ki, en derin sorunlar aslında hiç de sorun değildir.

Dolayısıyla dünya ve dil ilişkisi üzerinden dil felsefesini ortaya koyan Wittgenstein için dil çok önemli bir kavramdır. Hatta bütün bir felsefe ona göre dil eleştirisidir. Bundan dolayıdır ki Wittgenstein şunu vurgular:

“(5. 61) Düşünemediğimizi, düşünemeyiz; o zaman düşünemediğimizi söyleyemeyiz de…”[13]


 

KAYNAKÇA

·       L. Wittgenstein, Tractatus Logico-Philosophicus

·       L. Wittgenstein, Felsefi Soruşturmalar

·       René Descartes, Meditasyonlar

·       Zeki Özcan, Dil Felsefesi III

·       A. Kadir Çüçen, XX. Yüzyıl Filozofları

·       Spinoza, Etika

·       Aristoteles, Metafizik

 



[1] L. Wittgenstein, Tractatus Logico-Philosophicus (Çev: Oruç Aruoba), Metis Yayınları, İstanbul, 2018, s.15

[2] L. Wittgenstein, Tractatus Logico-Philosophicus (Çev: Oruç Aruoba), Metis Yayınları, İstanbul, 2018, s.15

[3] A. Kadir Çüçen, XX. Yüzyıl Filozofları, Sentez Yayınları, Ankara, 2016, s. 692

[4] L. Wittgenstein, Tractatus Logico-Philosophicus (Çev: Oruç Aruoba), Metis Yayınları, İstanbul, 2018, s.19

[5] Aristoteles, Metafizik (Çev: Ahmet Arslan), Divan Yayınları, İstanbul, 2019, s.288

[6] R. Descartes, Meditasyonlar (Çev: Çiğdem Dürüşken), Alfa Yayınları, İstanbul, 2017

[7] Spinoza, Etika (Çev: Hilmi Ziya Ülken), Dost Yayınları, Ankara, 2011, s.295

[8] L. Wittgenstein, Tractatus Logico-Philosophicus (Çev: Oruç Aruoba), Metis Yayınları, İstanbul, 2018, s.19

[9] A. Kadir Çüçen, XX. Yüzyıl Filozofları, Sentez Yayınları, Ankara, 2016, s. 693

[10] L. Wittgenstein, Tractatus Logico-Philosophicus (Çev: Oruç Aruoba), Metis Yayınları, İstanbul, 2018, s.21

[11] Zeki Özcan, Dil Felsefesi III, Sentez Yayınları, Bursa, 2018, s.61

[12] L. Wittgenstein, Felsefi Soruşturmalar (Çev:  Haluk Barışcan), Metis Yayınları, İstanbul, 2020, s.32

[13] L. Wittgenstein, Tractatus Logico-Philosophicus (Çev: Oruç Aruoba), Metis Yayınları, İstanbul, 2018, s.135

 


WITTGENSTEIN FELSEFESİNDE DİL VE DÜNYA İLİŞKİSİ

  "Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarını imler." Wittgenstein Ludwig Wittgenstein’ın, dil felsefesi bağlamındaki görüşlerine biz...