1 Nisan 2020 Çarşamba

SANAT VE SANATIN NE’LİĞİ ÜZERİNE






Sanatın ne anlam ifade ettiği Antik Yunan felsefesinden günümüze kadar tartışılagelmektedir. Sanat ‘güzel’ ile ilişkili midir? Yoksa muzu duvara asıp bir sanat yaptığımızı söyleyebilir miyiz? Modern dönemde bu konu üzerine birden fazla tartışma gözler önünde belirir.


Bilindiği üzere sadece görsel sanatlar çerçevesinde bir sanat tartışması yer almaz. Günümüz edebiyatına baktığımızda da “Sanat, sanat içindir.” veya “Sanat, toplum içindir.” gibi tartışmalar da yer almaktadır.

Makalemi kaleme almamdaki asıl amaç sanatın Antik Yunan felsefesinde nasıl yer ettiğine ve modern dönemde sanatın nasıl yeri olduğuna bakmak ve açıklamaya çalışmaktır. Şimdi, bir yağlı boya çalışması yapan ressam nasıl ki fırçasını tuval üzerinde kaydırıyorsa ben de sanat üzerine kelimelerimi bu sayfalar üzerinde kaydırmaya başlayacağım…

Nedir Sanat?

Sanatı açık maviye çalan gökyüzü ile koyu maviye çalan bir denizin kesiştiği noktaya benzetirim. Bir başka deyiş ile sanat, denizin biraz üstünde ve gökyüzünün biraz altında yer alır. Söz konusu sanatın bu yeri ufuk çizgisine tekabül eder. Dolayısıyla sanatı ufuk çizgisine benzetiyor olmam onun sonsuzluğuna ve sınırsızlığına işaret etmektedir.

Bilim, tarih, din, bilgi gibi alanların felsefesi olduğu gibi elbette sanatın da felsefesi vardır. Sanatın felsefesinden önce sanatın ne olduğuna bakmak yarar sağlayacaktır. Sanat, [lng. art; Fr. art; Alm. kunst.] birden fazla anlama gelmektedir. İlk anlamlarından bir tanesi bir etkinliğin gerçekleştirilmesi veya belli bir işin yapılmasıyla ilgili yöntem, bilgi ve kuralların tümüdür. Başka bir tanımında ise işi belli bir estetik duyguyu yansıtacak bir biçimde gerçekleştirme tarzıdır. Doğada olmayan bir şeyi yaratma amacına yönelmiş rasyonel faaliyettir.[1]

Yukarıda sözünü ettiğim yaratma amacını sayfalarımızın ilerleyen kısımlarında daha geniş ve derinlemesine ele alacağız. Şimdi sanatın tanımından sonra sanat felsefesine bakmak yerinde olacaktır. Söz konusu olan sanat felsefesi [lng. philosophy of art; Fr. philosophie dé l’art; Alm. kunstphilosophie.] ya da bir başka deyişle estetik; sanatla,  güzelle ilgilenen felsefe dalıdır. Sadece sanat eseriyle bağlantılı olarak çıkan problemleri ele almaktadır. Sanatın farklı kültürlerdeki yerini ve insan için sanatın taşıdığı anlamı araştırır. Ayrıca duygu ve beğeni yargısı olarak da geçen estetik, duyusal ve duygusal değerleri de inceler.

Bir sanatçı sanat eserini ortaya koyarken mutlaka bir çerçeve oluşturur. Bu noktada sanatın bileşenleri doğmaktadır. Öyle ki bu bileşenler sanatçı, nesne ve nesneden etkilenenlerdir. Elbette estetiğin kendi içinde taklit, temsil, dışavurum, biçimci kuram ile içerik ve estetik deneyim kuramları vardır.[2] Fakat bir yere kadar gelen bu kuramlar, herhangi bir şairin yarım kalan dizesi gibi eksik kalmıştır.

Bu kuramlardan kısaca bahsedecek olursak ilk olarak taklit kuramı ya da diğer adıyla yansıtma kuramı yer alır. Taklit kuramı temel olarak bir şeyin sanat eseri olabilmesi için başka bir şeyi taklit etmesi gerektiğini söyler. Bu kuram en zayıf kuramdır. Birçok eleştiri almıştır. Her ne kadar bazı hayvan seslerinin taklitlerine dayanan birkaç müzik eseri varsa da bunlar müzik sanatı içinde çok küçük yerlere sahiptir.

Diğer bir kuram ise temsil kuramıdır. Bu kuram taklit kuramının eksiklerini kapatmak amacıyla ortaya çıkar. Sanat eserinin bir şeyleri temsil etmesi gerektiğini söyler. Bu kuramın odak noktası ise ortaya koyduğu şeyi temsil ediyor olmasıdır. Taklit kuramı gibi bu kuram da birçok eleştiri almıştır.
Dışavurum kuramına baktığımızda ise bu kuram sanat eseri ile sanatçıya odaklanır. Örneğin,  E. Munch’un “Çığlık” adlı tablosu bu kurama örnektir. Munch, doğanın çığlığını duyduğunu ve bu durumda hissettiği dehşeti ve kaygıyı resmeder.

Biçimci kuram ve içerikte ise sanatın ayırt edici özelliği içerik değil biçimdir. Örneğin, “İsa’nın Dirilişi” adlı eserde “İsa o şekilde mi dirildi, yoksa ressam çizerken aşırı dinci tutum mu izledi?” gibi şeylere bakılmaz. Aksine, tekniğe ve olayın nasıl resmedildiğine, biçimine bakılır. Biçimci kuram da diğer kuramlar gibi eleştiri almıştır. Bu eleştirilerden biri şudur: Her şeyin biçimi vardır. Bardağın da biçimi vardır. O halde o da sanat eseri midir?

Son olarak estetik deneyim kuramına bakıldığında odak noktası sanat eserine bakan kişi, yani öznedir. Bizde estetik haz ve deneyim uyandıran kişi sanatçıdır. Bu kuramı Kant’ın üçüncü kritiğinde bulmak mümkündür.

Sanat nasıl tanımlanır? Sanat eseri neye denir? Bir sanat eserini güzel veya çirkin kılan şey nedir? İşte sanat felsefesi bu sorularla düşünce savaşı verir ve kesin olarak bir noktada savaşı kazandığını söyleyemeyiz. Çünkü sanatın hala tanımlanamadığı noktada yer almaktayız.

Sanatta “Güzel sanat varsa çirkin sanatta vardır.” gibisinden bir çıkarım yapılabilir mi? Bu sorunun da üstünde sisli bulutlar bulunur. Çünkü bu soru üzerine kesin yargıya varılamaz. O halde bu noktada da “Sanat ve sanatı ‘güzel’’ kılan şey ‘öznellik’ midir?” sorusunu sormak yerinde olacaktır.

İşte şu anda sanatın ne’liği üzerine bir tartışmanın içinde kendimizi bulmuş oluyoruz. Makaleyi okurken sanatın derinliği içinde kaybolup tekrar aydınlığa çıkmamızı ümit ediyorum… Sanatta yer eden öznellik bakış açısına baktığımız zaman 19. yüzyılın büyük ve usta filozofu Kant (1724- 1804) Yargı Yetisinin Eleştirisi adlı eserinde ‘beğeni yargısından’ söz eder ve sanatı evrensel olarak tanımlar. Dolayısıyla sanatta yer alan öznellik bir toz gibi kaybolur.

Bir başka pencereden bakıldığında ise güzelin matematiksel olduğu, buna bağlı olarak da sanatın matematiksel bir özellik taşıdığı için nesnel olduğu anlayışı vardır. Bu anlayış Antik Yunan dünyasının Pythagorasçı estetik anlayışına kadar dayanır. Böylece Antikçağdan sonraki modern çağa kadar hala sanatın ne olduğu üzerine genişçe düşünme eylemi yer alır. 

Antik Yunan ve Sanat

Antik Yunan felsefesinde sanatın yeri oldukça geniştir. Sanat sadece güzellik anlamı barındırmaz Yunan dünyasında. Sanatın büyük bir uzmanlık alanı gerektirdiğini düşünürler. Bundan dolayıdır ki Platon sanat kavramını geniş tutar ve belli başlı eserlerinde doktorun da balık avcısının da bir sanatı olduğunu Sofist, Devlet gibi eserlerinde vurgular. En nihayetinde onların yaptıkları işte de bir uzmanlık alanı söz konusudur.

Platon’un gençlik dönemi eserlerinden biri olan İon adlı eseri de sanatın ne olduğuna, nasıl yer ettiğine dair büyük önem taşır. Platon sanatın bilgi ile ilişkisine bakarak sanatı yargılar. Sanatın epistemolojik statüsü ile ilgilenir.

Sanatçı, belirli konuları belirli biçim kullanarak işler. Sokrates, eserde rhapsod İon’un bir sanatı olmadığını, onda sadece Tanrısal esin olduğunu ifade eder. İon’un etkileyici olmasının nedeni tam olarak buna bağlanır.

Sokrates, İon’un Homeros konusunda daha iyi konuşmasını sağlayan şeyin şu olduğunu söyler: “Sanat değil, ilahi güç.”[3] Yani öyle ki İon’un Homeros hakkında daha iyi konuşmasını sağlayan şey ilahi güce bağlanmıştır.

Platon, diyaloğunda (Sokrates konuşur) şairi şöyle tanımlar: “Şairler Tanrıların çevirmenleridir.”[4] Şairler, Tanrılar tarafından sürüklenirler. Devamında ise diyalog şöyle devam eder: “…Tanrı, en kötü şairi alıp, ona kendi ağzıyla en iyi şiiri söyletti.” Sokrates burada yine sanatla değil, Tanrı’nın yardımıyla o güzel sözleri söylediklerini vurgular.

Sokrates İon’a bu noktada şunu sorar:
“Peki, siz rhapsodlar, şairlerin çevirmenleri değil misiniz?
İon: Doğru söylüyorsun Sokrates.
Sokrates:  O halde sizler, çevirmenlerin çevirmenisiniz...” [5]

İon, Homeros’un şiirlerini okuyarak insanları etkileyebilir fakat bir sanatı yoktur. Sanatı olmamasının sebebi uzmanlığı olmamasına bağlanır. Rhapsod’un ne olduğunu Sokrates şöyle tanımlar: “Rhapsodlar, aslında şairlerin düşüncelerinin tercümanıdır.”[6] Diyalogda, rhapsod İon sadece Homeros üzerine şiirlerde usta olduğunu söyler ve Sokrates bunu çürütür. Diyalogda Platon sürekli olarak geleneği işin içine katmaktadır.

Sanat konusunu şiirden yola çıkarak ele alan Platon, güzel kavramını Büyük Hippias adlı eserinde inceler.  Şöyle ki önce güzeli tartışır, ardından geleneğe bakarak “Homeros zamanında nasıldı?” diye inceler.

Antik Yunan’da güzel ve iyi hep bir arada düşünülürdü. Sokrates’e göre ‘güzel olan’ değil, ‘güzel’ kavramının üzerinde durmak oldukça önem taşırdı. Söz konusu olan Büyük Hippias’da ‘güzel’ kavramı tartışılır fakat bir sonuca varılamaz.

Diyalog sofist Hippias ile Sokrates arasındadır. Platon’un diyalogları genelde çarşıda, pazarda yolda geçenlerle karşılaşma şeklinde olur. Yoldan geçen kimseler Sokrates ile karşılaşırlar ve diyalog başlar. Bu şekilde Platon yolda karşılaşmayı bilerek kurgular. Dolayısıyla “Felsefe yolda olmaktır.” sözüne bu anlamda işaret edilebilir. Felsefe hayatın içinde ve hayatı yönlendirendir.

Büyük Hippias diyaloğunda Sokrates kendini gizler. Bir kişi var, der. “Ve bu kişi güzelin ne olduğunu seninle öğrenmek ister. Ona neler söylemeliyim? Bilgili bir kişi olarak güzelin ne olduğunu tanımlar mısın?” diye sorar Hippias’a. Burada Hippias sanatın basit ve kolay bir şey olduğunu vurgular.

“Güzel nedir?” tartışması başladığında Hippias’ın sürekli örnekler verdiğini, mesela bir kadının güzel olduğunu, altın bir çömleğin güzel durduğunu ifade eder. Zira Sokrates, böyle bir güzel anlayışını düşünmez. Diyalogda güzelin birden fazla tanımı yapılır. Sokrates ‘güzel olanın’ değil, tersine ‘güzel’ kavramının ne olduğuna bakmak gerektiğini vurgular ve şunu ifade eder: “Güzellik diye bir kavram vardır ve bu kavrama katılan şey güzeldir…”[7]

Dolayısıyla sanatın ve güzelin Antik Yunan’dan itibaren derin bir şekilde ele alındığını görmüş bulunduk. Günümüzde bile “Güzel nedir?” diye sorduğumuzda dalında açan, bir kadının gözlerinin yeşiline benzeyen dalların ve güneş sarısına çalan papatya yapraklarının güzel olduğunu söyleyenler mevcuttur. Bunu söyleyen kimseler Sokrates karşısında yine güzel üzerine örnek verdiği için güzel olan ile ilişkilendirilecektir.

Platon, Büyük Hippias diyaloğunun sonunda da Sokrates’i konuşturur ve şunu vurgular: “ Ey Hippias! Atalarımız boşuna bu sözü söylememiş değil mi? Güzel olan şeyler zor olandır…”

Modern Dünya ve Sanat

Antik Yunan kıyılarının derinliklerinden her ne kadar çıkmış olsak da şimdi modern dünyanın üzerinde tekrar koca bir derinliğe gireceğiz. Bilindiği üzere modern düşünceyi ya da aydınlanma çağını Descartes ile başlatabiliriz. Öyle ki Descartes “Düşünüyorum, o halde varım.” ya da “Cogito, ergo sum.”[8] diyerek, düşündüğünü ve varlığını kesin olarak bildiğini bize gösterir.

Günümüz dünyasına bakmadan önce 19. yüzyıl düşünürü Kant’ın sanat anlayışına baktığımızda ilk başta da ifade ettiğim gibi Yargı Yetisinin Eleştirisi’nde, estetik alanına ilişkin beğeni yargısını uygular.

Kant, güzelliğin nesnede olduğu, sanat yapıtının doğaya gizlenmiş bir nesne olarak kabul eden Rönesans anlayışına karşı çıkar. Çünkü Kant özneyi merkeze koyar. Bir başka deyişle Kant’a göre güzellik öznededir.[9] Estetik deneyimde Aydınlanma’ya özgü bir dönüşüm vardır. Modern sanatın felsefi temeli estetik deneyimi mümkün kılan düşünsel tutumdur. Modern estettik deneyimde iki şey söz konusudur. Bunlardan biri incelmiş ve entelektüelleşmiş zevk iken diğeri kayıtsız bir seyir idealidir.

Kant için sanat, sanki bir oyun gibi, kendi için hoş olan bir uğraştır.[10] Yani sanat özgürdür. Bu özellik onu özgür kıldığı için Kant, ‘güzel sanatı’, ‘özgür sanat’ olarak adlandırır. Kant’a göre, güzel sanatların ayırt edici özelliği, ‘özgür sanat’ olmasıdır. Ayrıca güzel sanat, ruhu düşüncelere uyumlu hale getirir.

Kant’ın sanat ve estetik üzerine anlayışına baktıktan sonra Kant’tan sonra gelen Alman İdealizmi’nin üyelerinden Hegel’in sanat üzerine görüşlerine değinmek yerinde olacaktır. Hegel’de estetik kavramının içine giren güzelliği Estetik Üzerine Dersler eserinde şöyle tanımlanır: “Tinin dışlaşarak, nesnelleşerek duyular dünyasında görünüşe çıkmasıdır.”[11] Bu düşünce, eserinin ilk bölümünü oluşturur.  ‘Güzel’, idenin ya da Geist’ın duyusal bir görüş kazanması olup bu ide soyut bir evrensellik olarak değil,  kendi içinde soyutu bulunduran ve gerçeğin somut bir idealitesi olarak duyusal alanda kendisini ortaya koyan canlı hakikat ve yaşam olarak tüm canlıları etkileyip uyaran, onları harekete geçiren bir –ide-dir.

Hegel’e göre güzellik, hakiki gerçekliğini sanat alanında kazanır. Hegel için sanat doğanın taklidi değildir. Kant gibi Hegel de özneye dönmüş olup sanatı özne üzerine yerleştirir ve hatta sanat kaynağını duyusal formlarla, yani öznenin kendi kişisel duyusal alanıyla kendine özgü bir uyum ve ruh kazandığı ideal bir dünyanın yaratısıdır. Bir başka deyişle gerçeklikle ideal olan kendi içinde kaynaştırılır.

Hegel’in Kant’tan aldığı felsefi düşünce kadar ondan ayrıldığı noktalar da vardır. Bu noktalardan bir tanesinde Kant için güzel ve sanat hakkında bir bilim olamayıp sadece onlar hakkında eleştiriler yapılabileceği düşüncesi yer alırken bir diğerinde Hegel için sanatın, tinin en üstün formu olmaktan uzak bulunduğundan dolayı yetkinliğine ancak bilim içinde kavuşacağı düşüncesi yer alır.
Hegel’in estetik tanımına döndüğümüzde estetik, konu olarak güzelin geniş imparatorluğuna sahiptir. Ayrıca bu bilime en iyi uyan ifadeyi kullanmak gerekirse sanat felsefesi ya da güzel sanatlar felsefesi demek uygun düşer. En başta güzel ve sanat hakkında veya sanatın ne’liği hakkında birçok konu tartışılmıştı, bazı kuramlar yer almıştı. Dolayısıyla bu tartışmalar Hegel döneminde de devam etmiştir. Sanatın bir görünüş mü yoksa bir yanılsama mı olduğu soruları cevaplarını bulmak üzere kitaplara bir nakış gibi işlenmiştir.

Ayrıca ele alınan bir başka soru ise “Sanat bir bilgi midir?” sorusudur. Bu soru Antik Yunan felsefesinde Platon’un ilk başlarda sözünü ettiğim İon eserinde ele alınmaktadır. Bundan dolayıdır ki Platon sanata bilgiyle yaklaşmaktadır. Hegel ise Antik Yunan düşüncesinden farkı olarak sanat yapıtının kendisini dışsal bir nesne olarak görünüşe sunduğunu ve bunu aracısız bir belirlenim ile kendisine rengini, biçimini, sesini veren duyusal bireysellik ile olduğunu ifade etmiştir.[12]

Sonuç olarak sanat üzerine yolculuğumuza Antik Yunan düşüncesinden yola çıkmış bulunup 19. yüzyıl düşünürlerinden Kant’ın yanına uğradık ve ardından Hegel’in estetik görüşlerine değindik. Şimdi ise kısaca günümüzde sanatın yerine ve ne’liğine değinecek olursak geçmişten bugüne kadar sanatın tanımının hala muallak içinde olduğu, kesin bir tanımının yapılamadığı görülmektedir.

Günümüzde bir muzun duvara asılıp sanat olduğunu da ifade edenler yer almaktadır. Sanat eğer böyle bir şeyse o halde basitçe şeyler bile sanat olup onu yapanlara da sanatçı mı denmelidir? Muzu duvara asmak mı sanat yoksa bu fikri ortaya koymak mı sanattır? Yanımda Platon olsa muhtemelen bana şunları söylerdi:

 “Ey yazar, bak başının üzerinde koca kainat! Muzu duvara asmak değil, bir uzmanlıktır sanat…”







KAYNAKÇA


-          Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü
-          Hakkı Hünler, Estetiğin Kısa Tarihi
-          Platon, İon
-          Platon, Büyük Hippias
-          Descartes, Meditasyonlar
-          Kant, Yargı Yetisinin Eleştirisi
-          G. W. F. Hegel- Eserlerinden Seçmeler




[1] Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul, 1999, s.748
[2] Hakkı Hünler, Estetiğin Kısa Tarihi
[3] Platon, İon, (Çev. Furkan Akderin), İstanbul: Say Yayıncılık, 2010, s.41, 533 d 2
[4] Platon, İon, (Çev. Furkan Akderin), İstanbul: Say Yayıncılık, 2010, s.43, 534 e 7
[5] Platon, İon, (Çev. Furkan Akderin),  İstanbul: Say Yayıncılık, 2010, s.44, 535 a 7
[6] Platon, İon,(Çev. Furkan Akderin) İstanbul: Say Yayıncılık, 2010, s.34, 530 c 4
[7] Platon, Büyük Hippias, (Çev. Furkan Akderin) İstanbul: Say Yayıncılık
[8] Descartes, Meditasyonlar, (Çev. Engin Sunar)Say Yayıncılık, İstanbul, 2010, s.55
[9] Kant, Yargı Yetisinin Eleştirisi, (Çev. Aziz Yardımlı), İdea Yayınları
[10] Kant, Yargı Yetisinin Eleştirisi, (Çev. Aziz Yardımlı), İdea Yayınları
[11] G. W. F. Hegel Eserlerinden Seçmeler (Çev. Nejat Bozkurt), Sentez Yayıncılık, İstanbul, 2014, s.203
[12] G. W. F. Hegel Eserlerinden Seçmeler (Çev. Nejat Bozkurt), Sentez Yayıncılık, İstanbul, 2014, s.214

2 yorum:

WITTGENSTEIN FELSEFESİNDE DİL VE DÜNYA İLİŞKİSİ

  "Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarını imler." Wittgenstein Ludwig Wittgenstein’ın, dil felsefesi bağlamındaki görüşlerine biz...