Koca dünya içinde
felsefe ve edebiyata dair kırıntılar gerçekten var mıdır? Eğer varsa bu
kırıntıları toplamak yerine neden üzerine basıp geçiyoruz? Hayat içinde felsefe
ve edebiyatın kalıntılarını toplamak amacıyla bu makaleyi kaleme alıyorum. Yavaş
yavaş felsefe ve edebiyat denizinde kulaçlarımızı atmaya başlayalım.
Felsefe
Günümüzde Neden Sevilmiyor?
Felsefe; [lng. philosophy; Fr. philosophie;
AI. philosophie] yunanca ‘seviyorum, peşinden koşuyorum, arıyorum’ anlamına
gelen phileo ve 'bilgi, bilgelik'
anlamına gelen sophia sözcüklerinden
türeyen terimin işaret ettiği entelektüel faaliyet ve disiplindir.[1]
Buna göre, felsefe Yunanlılar için, 'bilgelik sevgisi' ya da 'hikmet arayışı'
anlamına gelmiştir. Çoğu kimse için felsefe
gereksiz, herhangi bir amacı olmayan şey olarak görülmektedir. Felsefenin
gereksiz olduğunu düşünenler, düşünmemeyi ilke edinen kimselerdir. Düşünmemeyi
düşünmek için düşünürler. Oysa düşünmeyi düşünmek onların mutlu olmalarını
sağlayacaktır.
Felsefe eğitiminin çok
küçük yaşlarda başlaması gerektiği kanısındayım ki küçük yaşta felsefeye
başlamak o kişiye birçok farklı pencereler açacaktır. Arthur Schopenhauer, bu
konu hakkında şöyle söyler: “Üniversitelerde ders olarak okutulmasının
kesinlikle felsefeye değişik bakımlardan faydası dokunur. Bu sayede o resmi bir
varlık kazanır ve insanların gözünde konumu yükselir, böylelikle de varlığı
sürekli olarak akla gelir ve insanlar onun farkında olur.”[2] Üniversitelerde
okutulan felsefenin faydası dokunacaktır fakat öğrencide yine de bir şeyler
eksik kalacaktır. Günümüzdeki en önemli problem sadece felsefe öğrencilerinin
değil aynı zamanda toplumumuzun da kitap okumuyor olmasıdır. Kitap okumayan ya
da kitap okumayı sevmeyen bir toplum felsefeden kopmuştur ya da kopmasına ramak
kalmıştır. Bu çeşit eksikliklerin tamamlanması küçük yaşlarda olur. Eğer küçük
yaşlardan felsefe okutulursa, felsefe yeni bir varlık kazanır. Konumu ya da bir
başka deyiş ile yeri daha çok yükselir ve yücelir.
Çoğu kimse için felsefe
gereksiz görüldüğü kadar sıkıcı olarak da görülür. Aslında felsefe sıkıcı bir
şey değildir. Onu sıkıcı kılan insanlardır. Fakat hayatın her yerine, insanın
saç telinden ayak tırnağına kadar nakış nakış işlenmiştir. Her insan
düşüncelidir. Yağmurlu bir havada, dar bir sokağın kaldırımında yürüyen kişi
bile bir düşünce halindedir. Kimileri uykusunda bile düşünür. Bu felsefenin
hayata işlendiğinin başka bir söylemidir.
Akıllılar
İçinde ‘Deli’ Filozoflar
Günümüzde her insan
kendini diğer insanlardan daha akıllı ve üstün sanıyor. Oysa akıllılık asla
kurnazlık anlamına gelmez. Fakat gelin görün ki günümüz insanı bunu kurnazlık
olarak niteler. Son zamanlarda çokça işittiğim söylemler şunlardır:
“Felsefeciler / filozoflar delidir! Onlara asla inanmayın, dediklerine sakın
güvenmeyin! Onlar sizi kandırıyorlar…” bu çeşit söylemleri acı içinde dinler
oldum. Aslında deli olan filozoflar değil akıllı olan insanlardır.
Bir filozofun deliliği
felsefe uğrunadır. Bu delilik sadece felsefe ile de bağlı kalmaz aynı zamanda
yaşamın da içinde yer alır. Filozof, felsefenin ve hayatın delisidir. Sürekli
olarak sorgulamak ister ve merak duygusu içinde yaşar. Merak duygusu olmazsa
felsefe de olmaz. Felsefe bir çiçekse, merak duygusu o çiçeğin uzun ve ince
kıvrımlı kahverengi dalıdır.
“Deli” olarak nitelendirilen
filozoflar diğerlerinden daha akıllıdırlar. Delilik bir çeşit çocukluktur. Usta
bir filozof asla içindeki çocuğu öldürmemelidir. Erasmus’un da söylediği gibi:
“…Bir insan kendi kendini övdü diye onu hemen züppelik ve küstahlıkla suçlayan
bilgeler umurumda değildir. Böyle bir insana delidir desinler, ala! Fakat hiç
olmazsa kendini övmekle bu sıfata tamamen uygun hareket ettiğini itiraf
etsinler!”[3]
Delilik; felsefenin
doğasında vardır. Herhangi bir kimse tarafından okunan bir eser (varsayalım ki
felsefe eseri olsun) yüzeysel bir şekilde okunur. Fakat bir filozof o eseri
deli gibi okurken akıllıcı şeyler yapar. Okuduğunda elinden geldiğince felsefi
yorumlar çıkarır. Çıkarılan yorumları kendi aklı ile delice eleştirir. Bunun
sonucunda yeni fikirler doğar. Bu fikirler ile felsefe bir adım daha ilerler.
Akıllılar içinde
aklımızı yitirmek yerine deliler gibi felsefe savaşında olmak gerekir. “Deli”
diye nitelendirilen filozofların birçok insandan daha akıllı olduğunu göstermek
bu yoldan geçecektir ve elbet günün birinde aklı olan herkes delirecektir…
Felsef/e/debiyat
Kalıntıları
Şimdiye kadar
felsefenin günümüzde neden sevilmediğine ve akıllılar içinde filozofların
“deli” olarak görüldüğüne değinmiş bulunduk. Tüm bunlardan sonra artık felsefe
ile edebiyatın hayatın içindeki kalıntılarına ve kırıntılarını toplamaya geldi.
Öyle ki felsefe yapmanın iki koşulu vardır: Birincisi; aklını kullanma cesareti
göstermek, ikincisi; her şeyi açık açık gösterme bilincinde olmak gerekir.
Edebiyatta ise gerçeklik pek söz konusu olmaz. Kimi yazarlar / şairler hayal
gücünden de etkilenir. Hayatın içinde yer alan felsefe ve edebiyat
kalıntılarını toplamak gerekir. Tıpkı felsefe gibi edebiyat da hayata
işlenmiştir.
Schopenhauer, şair ile
filozof ayrımını çok güzel bir şekilde belirler: “Şair, düş gücünün önüne
hayatın, insan karakterlerinin tablolarını getirir; hepsini canlandırır ve
ardından herkesi düşünsel melekeleri[4]
elverdiğince bu tablolar üzerine düşünmesi için bırakır… Ne ki filozof bu
şekilde hayatın kendisini değil fakat hayattan soyutlandığı tamamlanmış
fikirleri getirir ve okurunun tam olarak aynı şekilde ve kendi düşündüğü kadar
düşünmesini talep eder; dolayısı ile onun hitap ettiği kesim çok dardır…”[5]
Buradan çıkarılacak en
önemli şey; şair, acı içinde kıvranarak yazdığı, devrik cümlelerin üzerine
devrildiği cümleler içinde kıvranıp, büyük kesime yönelirken; filozof, gücünü
kendi düşünden aldığı ancak kendi düşündüğü kadar başkasını düşündürdüğü yani
daha dar kesim ile beraber kalmaktadır. İşte bundan dolayıdır ki şair,
(örneğin) gözleri gökyüzü mavisi, saçları başak tarlasında yer eden sarı ya da
saçlarına gecenin koyuluğunu davet eden bir kimseyi, kelimeleri ile anlatırken;
filozof, o sözü edilen kimsenin özünü inceler ya da özünü düşünür. Bir başka
deyiş ile “şair çiçekleri derleyen ile karşılaştırılabilinir, hâlbuki filozof,
çiçeklerin özünü, esasını getirene benzer.”[6]
Filozoflar-şairler ya
da filozoflar-yazarlar hayatın derinliklerinde yüzmeye çalışırlar. Filozoflar,
yazarlar, şairler gökyüzü; okurları denizdir. Dışarıdan ayrı iki şey gibi
gözükse de aslında her ikisi de mavidir ve kitaplarda iç içedir. Filozofun en
güçlü silahı düşüncesi iken; şairin en güçlü silahı kelimeleridir. Yeri gelir
şairler bazı gecelerde karanlıklarını aydınlatmak adına şiirlerini yakarlar.
Oysa yanan sadece şiirleri olmamıştır. Bununla beraber umutlarını da yakıp
dizelere küllerini savururlar… Tüm bunlar dışında
felsefe tarihi okunarak filozof olunmaz. Aslında filozof olmak da, bir ressam
gibi bir müzisyen gibi ya da bir şair gibi yetenek ister. Ressamın yeteneği
ellerinde, müzisyenin yeteneği sesinde, şairin yeteneği kelimelerinde iken;
filozofun yeteneği de (doğuştan olabilecek) düşünme yeteneğidir.
Felsefede yer alan
yeteneğin Arthur Schopenhauer da ancak doğuştan geleceğinden söz edilir. Şair,
kelimelerini bir ok gibi dizer. Bu okları yay-a almak okurun işidir. Ve
Schopenhauer, şöyle der: “Bütün erotik şiirlerin yüce türünün malzemesini
sağlayan, dolayısıyla o (şiir) dünyevi her şeyin üzerinde uçan aşkın
metaforuyla yükselir.” [7]
Buradan da çıkarılacak şey çoğu şiirlerin ‘aşk’
metaforuyla yükseldiğidir. Şiir dünyanın üzerinde olan, her şeyin üzerinde
uçar. Filozof ise ayağı yere basar hayal âleminde değil, hakikat peşinde koşar. Aslında şiir kabiliyeti
gençlikte tomurcuklanıp yetişkinlikte açar. Bir kimsenin gençliğinde şiir daha
çok ağır basar. Kişi yaşlandıkça bu eğilim zamanla kaybolur yerini düz yazıya
bırakır.
Sonuç olarak, hayatın
içinde yer alan felsefe ve edebiyat kalıntıları yeri geliyor karşımıza bir
sokaktan geçerken ya da bir manzaraya bakarken karşımıza çıkıyor. Felsefe doğanın
içinde edebiyat da doğa ile el eledir. Felsefe ile edebiyatın ‘aşk’ konusunda birleştiğini görmek
gereklidir. Şimdiye kadar birkaç filozof dışında hiç kimse ‘aşk’ konusuyla ilgilenmemiştir. Deli filozoflar aşka da kafa
yormalıdır tıpkı aşka âşık şairler gibi… Kimi insanlar bir düşünceye, kimileri
bir şiire âşıktırlar. Ben de yalnızlığıma aşığım. Yalnızlıkta parlayan bir ışık
misali…
Şairler ışığın yönünde,
filozoflar ışığın kökünde yer ederler ve her ikisi de kendilerini iyi bilirler.
Filozofların deliliği düşünme heyecanından gelir. Deli olarak nitelendirilen
filozoflar koca evrenin nereden geldiğini sorgularken, kendilerini akıllı
sananlar akılsızlığı ile kalır, asla yol kat edemez.
En nihayetinde felsefe
ile edebiyat hayattır. Felsefesiz ve edebiyatsız yaşayan toplumlar hayatlarını
kaybetmişlerdir. Bize düşen tek şey hayatlarını kaybeden toplumların üzerine
bir avuç toprak da bizim atmamız gerektiğidir.
[1] Ahmet
Cevizci, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yay. 1999, İstanbul, s.332
[2] Arthur
Schopenhauer, Üniversiteler Ve Felsefe, Say Yay. 2018, İstanbul, s.39
[3] Erasmus,
Deliliğe Övgü, Kabalcı Yay. 2002, İstanbul, s.26
KAYNAKÇA
·
Arthur
Schopenhauer, Aşkın Metafiziği
·
Arthur
Schopenhauer, Üniversiteler ve Felsefe
·
Ahmet
Cevizci, Felsefe Sözlüğü
·
Erasmus,
Deliliğe Övgü
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder