12 Haziran 2020 Cuma

HAYAT İÇİNDEN FELSEFE VE EDEBİYAT KALINTILARI



Koca dünya içinde felsefe ve edebiyata dair kırıntılar gerçekten var mıdır? Eğer varsa bu kırıntıları toplamak yerine neden üzerine basıp geçiyoruz? Hayat içinde felsefe ve edebiyatın kalıntılarını toplamak amacıyla bu makaleyi kaleme alıyorum. Yavaş yavaş felsefe ve edebiyat denizinde kulaçlarımızı atmaya başlayalım.

Felsefe Günümüzde Neden Sevilmiyor?

 Felsefe; [lng. philosophy; Fr. philosophie; AI. philosophie] yunanca ‘seviyorum, peşinden koşuyorum, arıyorum’ anlamına gelen phileo ve 'bilgi, bilgelik' anlamına gelen sophia sözcüklerinden türeyen terimin işaret ettiği entelektüel faaliyet ve disiplindir.[1] Buna göre, felsefe Yunanlılar için, 'bilgelik sevgisi' ya da 'hikmet arayışı' anlamına gelmiştir. Çoğu kimse için felsefe gereksiz, herhangi bir amacı olmayan şey olarak görülmektedir. Felsefenin gereksiz olduğunu düşünenler, düşünmemeyi ilke edinen kimselerdir. Düşünmemeyi düşünmek için düşünürler. Oysa düşünmeyi düşünmek onların mutlu olmalarını sağlayacaktır.

Felsefe eğitiminin çok küçük yaşlarda başlaması gerektiği kanısındayım ki küçük yaşta felsefeye başlamak o kişiye birçok farklı pencereler açacaktır. Arthur Schopenhauer, bu konu hakkında şöyle söyler: “Üniversitelerde ders olarak okutulmasının kesinlikle felsefeye değişik bakımlardan faydası dokunur. Bu sayede o resmi bir varlık kazanır ve insanların gözünde konumu yükselir, böylelikle de varlığı sürekli olarak akla gelir ve insanlar onun farkında olur.”[2] Üniversitelerde okutulan felsefenin faydası dokunacaktır fakat öğrencide yine de bir şeyler eksik kalacaktır. Günümüzdeki en önemli problem sadece felsefe öğrencilerinin değil aynı zamanda toplumumuzun da kitap okumuyor olmasıdır. Kitap okumayan ya da kitap okumayı sevmeyen bir toplum felsefeden kopmuştur ya da kopmasına ramak kalmıştır. Bu çeşit eksikliklerin tamamlanması küçük yaşlarda olur. Eğer küçük yaşlardan felsefe okutulursa, felsefe yeni bir varlık kazanır. Konumu ya da bir başka deyiş ile yeri daha çok yükselir ve yücelir.

Çoğu kimse için felsefe gereksiz görüldüğü kadar sıkıcı olarak da görülür. Aslında felsefe sıkıcı bir şey değildir. Onu sıkıcı kılan insanlardır. Fakat hayatın her yerine, insanın saç telinden ayak tırnağına kadar nakış nakış işlenmiştir. Her insan düşüncelidir. Yağmurlu bir havada, dar bir sokağın kaldırımında yürüyen kişi bile bir düşünce halindedir. Kimileri uykusunda bile düşünür. Bu felsefenin hayata işlendiğinin başka bir söylemidir.

Akıllılar İçinde ‘Deli’ Filozoflar

Günümüzde her insan kendini diğer insanlardan daha akıllı ve üstün sanıyor. Oysa akıllılık asla kurnazlık anlamına gelmez. Fakat gelin görün ki günümüz insanı bunu kurnazlık olarak niteler. Son zamanlarda çokça işittiğim söylemler şunlardır: “Felsefeciler / filozoflar delidir! Onlara asla inanmayın, dediklerine sakın güvenmeyin! Onlar sizi kandırıyorlar…” bu çeşit söylemleri acı içinde dinler oldum. Aslında deli olan filozoflar değil akıllı olan insanlardır.

Bir filozofun deliliği felsefe uğrunadır. Bu delilik sadece felsefe ile de bağlı kalmaz aynı zamanda yaşamın da içinde yer alır. Filozof, felsefenin ve hayatın delisidir. Sürekli olarak sorgulamak ister ve merak duygusu içinde yaşar. Merak duygusu olmazsa felsefe de olmaz. Felsefe bir çiçekse, merak duygusu o çiçeğin uzun ve ince kıvrımlı kahverengi dalıdır.

“Deli” olarak nitelendirilen filozoflar diğerlerinden daha akıllıdırlar. Delilik bir çeşit çocukluktur. Usta bir filozof asla içindeki çocuğu öldürmemelidir. Erasmus’un da söylediği gibi: “…Bir insan kendi kendini övdü diye onu hemen züppelik ve küstahlıkla suçlayan bilgeler umurumda değildir. Böyle bir insana delidir desinler, ala! Fakat hiç olmazsa kendini övmekle bu sıfata tamamen uygun hareket ettiğini itiraf etsinler!”[3]

Delilik; felsefenin doğasında vardır. Herhangi bir kimse tarafından okunan bir eser (varsayalım ki felsefe eseri olsun) yüzeysel bir şekilde okunur. Fakat bir filozof o eseri deli gibi okurken akıllıcı şeyler yapar. Okuduğunda elinden geldiğince felsefi yorumlar çıkarır. Çıkarılan yorumları kendi aklı ile delice eleştirir. Bunun sonucunda yeni fikirler doğar. Bu fikirler ile felsefe bir adım daha ilerler.
Akıllılar içinde aklımızı yitirmek yerine deliler gibi felsefe savaşında olmak gerekir. “Deli” diye nitelendirilen filozofların birçok insandan daha akıllı olduğunu göstermek bu yoldan geçecektir ve elbet günün birinde aklı olan herkes delirecektir…

 Felsef/e/debiyat Kalıntıları

Şimdiye kadar felsefenin günümüzde neden sevilmediğine ve akıllılar içinde filozofların “deli” olarak görüldüğüne değinmiş bulunduk. Tüm bunlardan sonra artık felsefe ile edebiyatın hayatın içindeki kalıntılarına ve kırıntılarını toplamaya geldi. Öyle ki felsefe yapmanın iki koşulu vardır: Birincisi; aklını kullanma cesareti göstermek, ikincisi; her şeyi açık açık gösterme bilincinde olmak gerekir. Edebiyatta ise gerçeklik pek söz konusu olmaz. Kimi yazarlar / şairler hayal gücünden de etkilenir. Hayatın içinde yer alan felsefe ve edebiyat kalıntılarını toplamak gerekir. Tıpkı felsefe gibi edebiyat da hayata işlenmiştir.

Schopenhauer, şair ile filozof ayrımını çok güzel bir şekilde belirler: “Şair, düş gücünün önüne hayatın, insan karakterlerinin tablolarını getirir; hepsini canlandırır ve ardından herkesi düşünsel melekeleri[4] elverdiğince bu tablolar üzerine düşünmesi için bırakır… Ne ki filozof bu şekilde hayatın kendisini değil fakat hayattan soyutlandığı tamamlanmış fikirleri getirir ve okurunun tam olarak aynı şekilde ve kendi düşündüğü kadar düşünmesini talep eder; dolayısı ile onun hitap ettiği kesim çok dardır…”[5]

Buradan çıkarılacak en önemli şey; şair, acı içinde kıvranarak yazdığı, devrik cümlelerin üzerine devrildiği cümleler içinde kıvranıp, büyük kesime yönelirken; filozof, gücünü kendi düşünden aldığı ancak kendi düşündüğü kadar başkasını düşündürdüğü yani daha dar kesim ile beraber kalmaktadır. İşte bundan dolayıdır ki şair, (örneğin) gözleri gökyüzü mavisi, saçları başak tarlasında yer eden sarı ya da saçlarına gecenin koyuluğunu davet eden bir kimseyi, kelimeleri ile anlatırken; filozof, o sözü edilen kimsenin özünü inceler ya da özünü düşünür. Bir başka deyiş ile “şair çiçekleri derleyen ile karşılaştırılabilinir, hâlbuki filozof, çiçeklerin özünü, esasını getirene benzer.”[6]

Filozoflar-şairler ya da filozoflar-yazarlar hayatın derinliklerinde yüzmeye çalışırlar. Filozoflar, yazarlar, şairler gökyüzü; okurları denizdir. Dışarıdan ayrı iki şey gibi gözükse de aslında her ikisi de mavidir ve kitaplarda iç içedir. Filozofun en güçlü silahı düşüncesi iken; şairin en güçlü silahı kelimeleridir. Yeri gelir şairler bazı gecelerde karanlıklarını aydınlatmak adına şiirlerini yakarlar. Oysa yanan sadece şiirleri olmamıştır. Bununla beraber umutlarını da yakıp dizelere küllerini savururlar… Tüm bunlar dışında felsefe tarihi okunarak filozof olunmaz. Aslında filozof olmak da, bir ressam gibi bir müzisyen gibi ya da bir şair gibi yetenek ister. Ressamın yeteneği ellerinde, müzisyenin yeteneği sesinde, şairin yeteneği kelimelerinde iken; filozofun yeteneği de (doğuştan olabilecek) düşünme yeteneğidir.

Felsefede yer alan yeteneğin Arthur Schopenhauer da ancak doğuştan geleceğinden söz edilir. Şair, kelimelerini bir ok gibi dizer. Bu okları yay-a almak okurun işidir. Ve Schopenhauer, şöyle der: “Bütün erotik şiirlerin yüce türünün malzemesini sağlayan, dolayısıyla o (şiir) dünyevi her şeyin üzerinde uçan aşkın metaforuyla yükselir.” [7] Buradan da çıkarılacak şey çoğu şiirlerin ‘aşk’ metaforuyla yükseldiğidir. Şiir dünyanın üzerinde olan, her şeyin üzerinde uçar. Filozof ise ayağı yere basar hayal âleminde değil, hakikat peşinde koşar. Aslında şiir kabiliyeti gençlikte tomurcuklanıp yetişkinlikte açar. Bir kimsenin gençliğinde şiir daha çok ağır basar. Kişi yaşlandıkça bu eğilim zamanla kaybolur yerini düz yazıya bırakır.

Sonuç olarak, hayatın içinde yer alan felsefe ve edebiyat kalıntıları yeri geliyor karşımıza bir sokaktan geçerken ya da bir manzaraya bakarken karşımıza çıkıyor. Felsefe doğanın içinde edebiyat da doğa ile el eledir. Felsefe ile edebiyatın ‘aşk’ konusunda birleştiğini görmek gereklidir. Şimdiye kadar birkaç filozof dışında hiç kimse ‘aşk’ konusuyla ilgilenmemiştir. Deli filozoflar aşka da kafa yormalıdır tıpkı aşka âşık şairler gibi… Kimi insanlar bir düşünceye, kimileri bir şiire âşıktırlar. Ben de yalnızlığıma aşığım. Yalnızlıkta parlayan bir ışık misali…

Şairler ışığın yönünde, filozoflar ışığın kökünde yer ederler ve her ikisi de kendilerini iyi bilirler. Filozofların deliliği düşünme heyecanından gelir. Deli olarak nitelendirilen filozoflar koca evrenin nereden geldiğini sorgularken, kendilerini akıllı sananlar akılsızlığı ile kalır, asla yol kat edemez.
En nihayetinde felsefe ile edebiyat hayattır. Felsefesiz ve edebiyatsız yaşayan toplumlar hayatlarını kaybetmişlerdir. Bize düşen tek şey hayatlarını kaybeden toplumların üzerine bir avuç toprak da bizim atmamız gerektiğidir.



[1] Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yay. 1999, İstanbul, s.332
[2] Arthur Schopenhauer, Üniversiteler Ve Felsefe, Say Yay. 2018, İstanbul, s.39
[3] Erasmus, Deliliğe Övgü, Kabalcı Yay. 2002, İstanbul, s.26
[4] İlhamları
[5] Arthur Schopenhauer, Üniversiteler Ve Felsefe, Say Yay. 2018, İstanbul, s.15
[6] Arthur Schopenhauer, Üniversiteler Ve Felsefe, Say Yay. 2018, İstanbul, s.15
[7] Arthur Schopenhauer, Aşkın Metafiziği, Ayrıntı Yay. 2019, İstanbul, s.50


KAYNAKÇA

·         Arthur Schopenhauer, Aşkın Metafiziği
·         Arthur Schopenhauer, Üniversiteler ve Felsefe
·         Ahmet Cevizci, Felsefe Sözlüğü

·         Erasmus, Deliliğe Övgü

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

WITTGENSTEIN FELSEFESİNDE DİL VE DÜNYA İLİŞKİSİ

  "Dilimin sınırları, dünyamın sınırlarını imler." Wittgenstein Ludwig Wittgenstein’ın, dil felsefesi bağlamındaki görüşlerine biz...